Medyada her gün Fethullah Gülen ile ilgili yalan yanlış haberler
çıkıyor, yazılar neşrediliyor. En son Yenişafak’ta “Fethullah
Gülen'e memleketi Erzurum'da net mesaj: "Dadaş ihaneti affetmez" başlıklı haberi okuyunca
iki bölümden oluşacak bu yazıyı yazmaya karar verdim. Bu yazılarda, Fethullah
Gülen’in şahsiyetinde, onun İslam ve Türkük anlayışında Erzurumluluk olgusunun
kökenlerini irdelemeye çalışacağım.
Erzurum,
Doğu Anadolu’nun merkezlerinden… Fethullah Gülen’in doğum yeri. Günümüz Türkiye’sinin
en etkin seslerinden biri olan Gülen, nitekim Trakya ve İzmir’deki devlet
memuriyetinin ilk dönemlerinde “Erzurumlu Hoca” ismiyle maruf olmuştur. Gülen, Erzurum
merkeze yakın Korucuk köyünde 1941’de doğuyor. İlk onsekiz yılını bölgede,
Korucuk, Alvarlı, Pasinler, Erzurum arasında geçiriyor. 1958’de işi gereği
ülkenin Batı bölgelerine gittikten sonra da memleketi Erzurum’la olan
bağlantısını hiç koparmıyor. Erzurum’a en son ziyaretini Amerika’ya gitmeden
hemen önce 1999 yılında gerçekleştiriyor. Bugün Amerika’nın Pennsylvania
eyaletinde mukim olan Gülen’in Türkiye ile, doğup büyüdüğü yerlerle köklü
bağlılığının devam etmekte olduğunu gerek yanına gidip gelenlerin
anlattıklarından, gerekse bizzat yazı ve sohbetlerinden gözlemleyebilmekteyiz.
Doğup büyüdüğü, dini eğitimini aldığı yerlere karşı derin bir nostalji
hissiyatıyla, daüssıla duygularıyla merbut olduğu gözlemlenen Gülen, Erzurum ve
Korucuk’tan bahsettiğinde bazen duygusal, bazen de çoskulu bir ruh haletine
bürünüveriyor. Gülen’in vasiyeti, kendi köyüne gömülmek…
Fethullah Gülen’in hayatından, eserlerinden ve hareketinden söz eden
akademik çalışmaların rahatlıkla en önemlileri arasında sayılabilecek olan
Hakan Yavuz ve Muhammet Çetin’in kitaplarında bile Gülen’in şahsiyetinde ve
düşüncesinde, doğduğu coğrayfanın etkisi derinlemesine incelenmemiştir.
Bununla birlikte Yavuz, Erzurum bölgesindeki ana akım kültüre, dini ve manevi atmosfere
biraz daha yakından bakabilmiş ve bu ortamın Gülen’in şahsiyetinde etkili olduğu tezini ileri sürmüştür.
Gerçekten de dikkatli bir Gülen okuru, bölgesel kültürün kendisinin üzerinde
ne denli tesirler icra ettiğini görebilir. Mesela, Gülen selis ve düzgün bir
İstanbul Türkçesiyle konuşmasına rağmen, dikkatlice kulak verildiğinde konuşmalarında Erzurum’un özel diyalektiğinin ve ağzının halen kendisini derinden derine
hissettirdiği farkedilir. Sıklıkla bölgeye ait yerel deyimler, söyleyişler kullanır,
halk hikayeleri ve yerel hatıralardan bahisler açar. Yine bölgede yaşamış ve topluma
hizmet etmiş manevi şahsiyetlerin kendi çocukluğu üzerinde kalıcı etkiler icra
ettiklerine değinir sohbetlerinde…
Şerif Mardin, Said Nursi üzerinde yaptığı
o yetkin çalışmasında Doğu’nun, hassaten de Bitlis’in Nursi’nin manevi ve fikri şahsiyetinde, onun İslami yorumunda hasıl ettiği
hayati tesirlerden söz eder.[1]
Şerif Mardin, kitabına Said Nursi’nin
doğum yeri olan Bitlis’in tarihine ve kültürüne, sosyal, etnik ve siyasal
yapısına odaklanmakla başlar. Nursi, Gülen üzerinde en müessir şahsiyetlerin
başında gelir ve ikisi de hemen hemen aynı bölgenin, eski Şark’ın, insanıdır.
Daha önce de değindiğim gibi, çoğu akademisyen Gülen’in Nursi’nin fikirlerinden
yoğunlukla istifade ettiğini, Nursi’nin fikriyatını daha geniş ve farklı faaliyet
sahalarında tatbik ettiğini, deyim yerindeyse Nursi’nin ortya koydugu teorinin
Gülen tarafından pratiğe döküldüğünü ısrarla ileri sürmüşlerdir.
Tanınmış psikolog Albert Bandura’nın meşhur Social Learning Theory’si, çevresel unsurları kişinin
şahsiyetinin, bilinç altının, hafızasının, duygularının ve dünya görüşünün teşekkülünde en önemli hususlar arasında ele
alır. Bandura, teorisini bu temel yargı üzerine bina etmiştir. Ona göre kişi, yeni
bilgi ve davranışları diğer isanları gözlemleyerek ve modelleyerek öğrenir.[2] Bandura şöyle diyor: “
Çoğu insan gözlemleyerek, yeni davranışların nasıl edinildiği ve uygulanıldığı
ile ilgili izlenimlerini ve kanılarını biçimlendirir ve zamanla da bu bilgileri
kodlayıp muhtelif ortamlarda ortaya çıkabilecek davranışları için bir kılavuz
olarak kullanır.”[3] Bandura, dış unsurların ve çevresel faktörlerin,
kişinin karakter gelişimindeki öneminin altını çizer ve insanın aslında bulunduğu zaman ve mekanın ürünü olduğunu ileri sürer.
Gerçekten de, gerek Gülen’in fikriyatını, gerekse Hizmet Hareketi’nin kimi
temel hususiyetlerini anlayabilmek için kendisinin ilk çocukluk ve gençlik
dönemlerini geçirdiği, ilk ve kalıcı telakkilerinin biçimlenmesinde mühim rol
oynayan sözkonusu yakın çevresine dikatlice bakılması zaruridir. Gazeteci Latif
Erdoğan’ın 1990’lı yılların başında Fethullah Gülen ile yaptığı mülakatlardan
müteşekkil kitabı Küçük Dünyam’da,
Gülen, çocukluk yıllarıyla, eğitim durumuyla ilgili son derece zengin bilgiler paylaşır.[4]
Bu kitap, küçük hacmine ve kimi netameli muhtevasına karşın, halen Gülen’in
hayatıyla ilgili en mühim belge ve başvuru kaynakları arasındadır. Şerif Mardin
de Nursi’nin Tarihçe- i Hayat[5],
adlı otobiyografik çalışmasını sıklıkla kullanır ve bu Tarihçe’yi Nursi’nin ilk
çocukluk çevresini daha iyi tanıyabilmek
için analiz eder.
Fethullah Gülen, kendisi Korucuk köyünde doğmuş olsa da, ataları buraya
Ahlat kasabasından göç etmiştir.[6] Gülen dedelerinin uzun yıllar Ahlat ve Bitlis
civarında ikamet ettiğini söylüyor. Sonradan, ailenin karıştığı bir “namus
meselesi” yüzünden Gülen ailesi bölgeyi
terk ederek Korucuk köyüne yerleşleşmişlerdir. Gülen bu göçü bir “sürgün”
olarak niteler. Ahlat ve Bitlis, Orta Asya’dan gelen ilk Türk boylarının buluştukları
merkezi noktalardandır. Bölge insanı umumiyetle müslümandır, muhafazakardır.
Bölgedeki hakim kültür, İslami değerler ve miras ile yoğrulmuştur. Doğu
Anadolu, erken dönem Türk ve İranlı alimlerden etkilenmiş bir tasavvufi anlayışın
da merkezi olmuştur. İslami maneviyata müsait çevresel faktörlerle zamanla bölgede
Nakşibendilik ve Mevlevilik ağırlık kazanmıştır.
Gülen’in doğum yeri, Korucuk, 75-80 hanelik küçük bir yerleşim
birimidir. Gülen, bu hanelerin en az ellisinin kendileriyle akraba olduğunu
belirtiyor.[7]
Köy halkı yoksuldur, mesela kahvaltılarını yoğurtla geçiştirirler, çamaşırlarını
sabun bulamazlarsa kil ile yıkarlar.[8] Bu durum, 1940’ların Anadolu’sundaki herhangi
bir köy için de geçerlidir. Savaş yıllarıdır. Gülen’in ilk okul öğretmeni Berna
Özbatur, köylülerin çocuklarını berbere gönderebilecek paralarının bile
olmadığını hatırlar.[9] Özbatur, 1940’ların Korucuk köyünü şöyle
tasvir ediyor: “Çok karlı bir ortam, küçük evler…ama çok sıcak ve misfirperver
insanların mekanı….”[10]
Korucuk İpek Yolu üzerindedir. Köyde hala eski kervansaray kalıntıları
mevcuttur, köyün hemen kenarından Erzurum- Kars demiryolu geçer. Cumhuriyetin
ilk yıllarında köyde bir Jandarma Karakolu mevcuttur.[11] Gülen,
ilkokula gittiği dönemde, köye İsmet İnönü’nün yaptığı ziyareti hatırlar.[12] Gazeteci
Nazlı Ilıcak, 2012 yılında Korucuk’u ziyaret ettiğinde,
böyle bir köyden Fethullah Gülen gibi bir şahsiyetin çıkmış olmasına
şaşıracaktır.
Fethullah Gülen kırsalda geçen çocukluğunun kendisini dünyevi temayüllerden
de muhafaza ettiği ve kalbini saf ve masum tuttuğu görüşünde.[13] Bu
durum, bugün de muhafazakar Erzurum halkında ilk müşahede edine hususiyetler
arasındadır. Köydeki yoksulluğa rağmen, Korucuk’ta canlı sayılabilecek bir
sosyal hayat vardır. İki kahvehanenin olduğu Palandöken dağlarına bakan bu
küçük köyde, ahali uzun kış gecelerinde birbirine dini ve halk hikayeleri
anlatır. Mahalli sanatçılar ve şairler, Sümmani ve Aşık Reyhani gibi, köyü
düzenli aralıklarla ziyaret ederler ve icra-yı sanatta bulunurlar.[14] Gülen’in yaşadığı ev bölgenin alim ve fazıl
insanlarının uğrak yeridir, adeta bir misafirhane gibidir.[15]
Genç Gülen, bu kadim ulemayı yakından izleme ve gözlemleme imkanı bulur.
Zamanının çoğunu kendisinden yaşlı bu eski zaman insanlarıyla geçirdiğinden,
çocukluğunda akranı arkadaşlarla oynamaya zamanı olmaz, bu yüzden fazla
çocukluk arkadaşı yoktur.[16] 2013’teki
Korucuk Köyü ziyaretinde bizzat görüştüğüm Gülen ile aynı
yaşlarda bulunan köy ahalisi de, Gülenin çocukluk yaşlarından itibaren ciddi
biri olduğunu, genellikle kendisinden yaşlı kimselerle birlikte zaman
geçirdiğini belirtmişlerdir.
Fethullah Gülen’in dini
gelişimi ve manevi farkındalığı, din ile yoğrulan bu kırsal ve yoğun manevi
atmosferde, manevi şahsiyetlerin gölgesinde biçimlenir. Ailesinin saygı
gösterdiği yerel alimleri ve sanatkarları gözlemleyerek ve dinleyerek, sohbetlerdeki
dini anlatı, söylem ve sembolleri, davranış kalıplarını henüz erken çocukluk
evresindeyken içsellestirir, Erzurum halkının temel hususiyetlerini karekterinin
mühim bir parçası haline getirir.
Fethullah Gülen’in hayatında çok önemli bir yeri olan, kendisinin ilk
hocalarından Alvarlı Muhammed Lütfi Efe, bu kimselerden biridir. Gülen’in
Alvarlı ile ilgili hatıraları çok canlıdır. Gülen’in ailesi Alvarlı’nın
hayranıdır. Alvarlı’nın himaye ve sırrına mazhar olan Gülen, tahsiline devam
etme teşviklerini de kendisinden çok yaşlı bu muteber alimden alır. Gülen’in
geniş aile çevresi, dini değerleri her günkü hayatlarında büyük bir ihtimamla
yaşamaktadırlar, din bir genel kültür ve bilgiden ziyade, hayatın bütün
safahatına hakim kılınmaya çalışılan bir unsurdur.[17]
Gülen köyün ileri gelenlerinden olan dedesi Şamil Ağa, mahalli alimlerden Halil
Hoca, Vehbi Efendi, Sırrı Efendi ve Şehabettin Efendi gibi saygın kimselerin
gölgesi ve kanatları altında ilk çocukluğunu idrak eder.
Fethullah Gülen çiftçi bir ailenin çocuğudur. Babası Ramiz Efendi, sonradan
cami imamı olmuştur. Gülen diğer kardeşlerinin aksine eğitim ve öğretimini
sürdürmüştür. İlkokula 1946’da baslamış ancak sadece üç yıl devam edebilmiştir.
Babasının komşu köy Alvarlı’da imamlık görevinden dolayı Korucuk’tan
taşınmışlar, bu sebeple de Gülen, ilkokulu 1949’da terkederek, klasik ve
geleneksel usüllerle dini eğitime devam etmiştir. Önce Pasinler, ardından da
Erzurum merkezde, çeşitli kurumlarda altı yıl medrese eğitimi almıştır.
Erzurum’dayken 1956’da sınavları dışarıdan vererek ilkokul diploması almıştır.
1957’de, civar illerde, Tokat, Amasya ve Sivas, gönüllü olarak vaazlar veren
Gülen ilk kez daha geniş bir çevreye açılma imkanı elde etmiştir.
Fethullah gülen, ilk resmi
görevine 1958’de Edirne’de başladı. Müezzin ve vaizlik görevi için, 18 yaşındayken
Erzurum’dan Edirne’ye geldi. Askerlik vazifesini 1962’de tamamlayınca, tekrar
Erzurum’a döndü. Kısa bir süre memleketinde kaldıktan sonra vaizlik için
Edirne’ye gitti. 1963’te Gülen’in
Erzurum’da bir dizi sohbetler verdiği biliniyor. Dönemin popüler muhafazakar
derneklerinden olan Komünizmle Mücadele Derneği’nin Erzurum şubesinin
açılışında önemli görev alan Gülen, bu dönemde Erzurum’da Mevlana ile ilgili
bir konferans vermiştir.[18]
Erzurum
Ahmet Hamdi Tanpınar, Kop
dağlarıyla çevrelenen Erzurum’u bir “kartal yuvasına”[19] benzetir.
Taze su kaynaklarıyla maruf şehir, Ankara–Tahran tren yolunun da merkez
noktalarından olması onu önemli bir kültür ve ticaret noktası haline getirmiştir.
Karasal iklim yaşayan şehrin kışları ortalama sıcaklık derecesi -4’tür. Kışın
uzun ve sert geçtiği şehirde, yılın yüz gününden fazlası karlar altında geçer.
Tanpınar, şehrin hususi coğrafyasının ve bu uzun süren kışlarının, bölge
insanına, hayatın müşkülleriyle başa çıkabilecekleri bir tahammül gücü
bağışladığını ileri sürer. Beş Şehir’in
yazarına göre Erzurum insanı, bu sert iklim yüzünden merttir, mütehammildir ve
dirayetlidir.[20]
Doğma büyüme İstanbullu olan
muhterem Hocam Orhan Okay, hayatının 40 yılını bir akademisyen olarak
Erzurum’da geçirmiştir. Okay şöyle der: “Erzurum’un coğrafyası ve iklimi, bölge insanının
karekterinin şekillenmesinde hayati rol oynar. Bu muhafazakar insanlar, zahiren
zayıf, küçük ve mahcup, zihnen de değişime kapalı gibi görünürler; ne var ki
güvenilir bir kimse buldularında kalplerini ve zihinlerini en samimi biçimde
açarlar; işte o zaman onlardaki sıcak ve otantik şahsiyeti görebilirsiniz.”[21]
Fethullah Gülen, Erzurum’un sert
ikliminden konuşmalarında sıklıkla söz eder; kendisi de bu sert iklimle bölge
insanının muhafazakar yönleri ve güçlü şahsiyeti hakkında münasebetler kurar.
Erken çocukluk dönemlerine ait kimi gözlemlerinde, Gülen bölge halkındaki güçlü
dindarlığın bu dondurucu iklimle ilgili olduğunu ileri sürer. Bu dindar
insanlar, şehrin karlı buzlu havasına rağmen soğuk su ile abdest alırlar ve o
donduru Erzurum havasında camileri tıklım tıklım doldururlardı. Soğuk hava, bu
insanları hayat şartlarına karşı daha dayanıklı kılarken imanlarını da
pekiştiriyordu. Gülen henüz ilk gençlik yıllarındayken, kışın en çetin
şartlarına rağmen kendisinin de düzenli banyolarını soğuk su ile aldığını da
hatırlamaktadır. [22]
Erzurum hem yakın, hem de genel Türk tarihi için önemli bir yerdir. 1071
sonrası Türk boylarının toplanma ve geçiş istikametidir. Tarih boyu Bizanslara
ve Ruslara karşı, özel konumundan dolayı bir Türk cephesi ve savunma hattı (Son Karakol) olagelmiştir.
Özel konumu, Erzurum’u dış dünyaya da açarak daha geniş sosyal, tarihsel ve
ekonomik gelişmelerin merkezine almış ve çok sayıda farklı etnik unsuru
kendisine çekmistir. Bölge, henuz 7. asırda, müslümanlarca fethedildikten sonra
farklı develtlerin idaresine geçmiş olsa bile asla İslami kimliğini ve
tabiatını yitirmemiştir. Özellikle Selçuklular döneminde şehir, dini ve modern
bilimlerin de merkezi haline gelmiştir. Selçuklular, şehirde çok sayıda cami,
medrese, hamam ve köprüler inşa etmişlerdir. Erzurum nüfusu bin yıllık bir
süreç içerisinde Türk ağırlıklı olmasının yanısıra, kimi bölgeleri Ermeni ve Kürt unsurları da yoğunluklu olara
ihtiva eder. Hareketli ve dinamik bölgesel kültür her zaman zenginlilik arz
etmiştir. Sözgelimi, Osmanlı, ilk Anadolu gazetesini 1867’de Erzurumda
yayınlamaya başlamıştır. Amaç, Doğu’nun bu merkezi ilinde yerel kamuoyunu
etkilemektir.[23] Hakeza, Atatürk de İstiklal Harbi’ne bu
şehirde start vermiştir. Özellikle 1940’larda Erzurum dini eğitim ve öğretimin
merkezi haline gelmiştir. 1957’de Doğu’nun ilk üniversitesi Atatürk adıyla bu
şehirde açılmıştır. Yıllardır, bu üniversitenin hastanesi bütün Doğu Anadolu Bölgesine
hizmetler vermektedir.
Bu tarihsel deneyim ve birikimle birlikte şehrin hayati önemdeki
jeopolitigi Erzurum’u doğal olarak Dogu Anadolu’da tam bir Türk cephesi haline
getirmistir. Tarih boyu farklı devletlerin yönetimine giren şehir, en son
olarak da 1916’da Ruslar tarafindan işgal edilmiştir.
Kültürel ve tenik olarak cok
zengin bir nüfusa sahip olan Erzurum, adeta Turkiye, İran, Ermnistan ve Irak’ın
buluşma merkezidir. Şehir ahalisi tarih boyu pek çok felakete ve kaosa şahit
olmuştur. Bu tecrübe, muhafazakar Erzurum halkında güçlü bir devletçi
zihniyetin de teşekkul etmesine sebep olmuştur. Hakan Yavuz’a göre, Gülen
devletçidir, oturmuş ve süreklilik arz eden bir devlet olmadan böylesine tehdite
ve dış tesire açık bir bölgede, din ve dini kimlikler muhafaz edilemez;
dolayisyla devlet dini kimligi tesisinde hayatiridr. Yavuz, Gülen’in Erzurum
halkının dini muhafaza ve mudafaa eden güçlü bir devlet yapısı olmadığı
takdirde İslam’ın buralarda daimi olamayacağı hususunda bir kanaati olduğunu
ileri sürer.[24]
Nitekim, Erzurum bugün aynı zamanda hem
AKP’nin hem de Hizmet Hareketi’nin güçlü kalelerinden biridir.
Erzurum’un
1950’lerdeki Sosyal ve Siyasal Durumu
1923’te Türkiye, Trakya ve
Anadolu’da bagımsızlığını elde etti. Mustafa Kemal Cumhuriyet’i kurunca
Saltanat ve Hilafet’i ilga etti. Yeni Ulus Devlet, ardıardına gelen kültürel
devrimlerle milleti dönüştürme projelerini uygulamaya koydu ve rijit seküler
pratikleri topluma dayattı. Mesela, 1928’de devletin resmi İslam’dır ibaresi
Anayasa’dan çıkarıldı. 1937’de sekülarizm anayasaya girdi. 1940’ta laiklik ulus
devletin en temel ve kurucu unsuru haline geldi. Özellikle 1930 ve 1940’lardaki
bir dizi benzer yasa ve uygulamalarla, dini kurumlar kapandı ve dini eğitim
sınırlandı, hatta hemen hemen yasaklandı
ve dini alimler tasfiye edildi.
Fethullah Gülen, 2. Dünya Savaşı’nın içinden
geçen ve kritik bir dönem yaşayan genç Türkiye’nin çocuğu olarak Erzurum’da
dünyaya geldi. Türkiye, 1950’ye kadar otoriter Tek Parti tarafından idare
edilmekteydi. Mustafa Kemal’in banisi oldugu Cumhuriyet Halk Partisi,
Türkiye’yi dönüştürme projesini üstlendi. Atatürk’un silah ve siyaset arkadaşı,
Cumhuriyet’in ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 2. Dünya Savaşı’nda Türkiye’yi
tarafsiz bir zeminde tutmayı başardı. Bu dönemde ülke savaşa girmese de, savaş
döneminin ve sonrasının sıkıntılarını çekti. Yine, tarafsız duruşuna rağmen,
Türkiye batıda Almanya’nın doğuda ise Rusya’nın siyasal tehditini hissetti. Dış
tehditler sürerken, Cumhuriyet Halk Paritisi de, muhtelif yasa, düzenleme ve
uygulamalarla İslam karşıtı bir tutum içine girerek, devlet eliyle halkı
modernleştrime ve toplumu sekülerleştirmenin dozajını artırdı. Mesela, Ezan’ın
Arapçası yasaklandı, muhtelif dini kurumlar, dini eğitim veren kurumlar, hatta
çok sayıda cami 1940 ve 1950 arasında kapatıldı.[25] Türkiye’nin
1950’de çok partili siyasal sisteme geçmesiyle kamuoyuna dini meselelerde kısmi
bir rahatlama görüldü. 1940 ve 1950’lerdeki Gülen’in çocukluk ve gençlik dönemlerinde,
çetin savaş şartları ve yeni ulus devletin dine ve dindarlara olan baskısı
başlıca en önemli iki toplumsal ve siyasal olay haline geldi. Bu zor dönemlerde
Gülen’in ailesi, bölgenin diğer ebeveynleri gibi çocuklarının dini eğitim
almasını önemsedi ve onlara bu eğitimi geleneksel usüllerle verecek medreselere
ve mescitlere göndermeye devam ettiler. Çocuklarının dini hayatlarına dikkat
etmeleri, temel İslami bilgileri öğrenmelerini, Kuran okuyabilmelerini önemsedi.[26] Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren dini
eğitim kurumların belli bir süreç içinde kapatılmasına rağmen, muhafazakar
Erzurum’da pek çok medrese açık kaldı, yasadışı da olsa dini eğitim vermeye
devam etti. 1940’lardaki bütün icbar ve tarassuda rağmen, Erzurum’da canlı bir
dini hayatın varlığından söz edilebilir. Gülen o günleri şöyle hatırlar: “Erzurum’da
dini eğitim gören beşyüz kadar öğrenci vardı. Dini eğitim veren alimler
İstanbul’da tahsil görmüş olsalar bile görevlerini ifa için, sonradan nispeten
daha bir serbestliğin oldugu Erzurum’a geldiler.” [27] Gülen Solakzade Sadik Efendi ve Osman Efendi gibi devrin ulemalarından dersler
alır. Bu zatların her birinin eğitim verdiği sınıflar ve yurtlar vardı, bu
kişiler, çeşitli yasal önlemlere ve sınırlamalara rağmen en zor şartlarda bile
dini egitim vermekten vaz geçmediler. [28]
Erzurum
toplumunun özellikleri
Dr.
Sıtkı Aras kitabında Erzurumlu karakterini altı grupta tasnif eder: Alim, veli,
beyefendi, lider, halk bilgesi ve dadaş.[29]
Gülen’in
şahsiyeti Dr. Aras’ın bu tasnifine tabi tutularak pekala incelenebilir, ancak
ben burada sadece Dadaş kimliğinin altını çizmek isterim.Türkiye’de Erzumluya
dadaş denir. Dadaşın anlamı kardeştir, kelime olgun insanı da ifade eder. Aynı
zamanda, iyi silah kullanmak, ustalıkla at sürmek, cirit oynamak dadaş
kişiliğinin ve prototipinin en çok bilinen hususiyetlerindendir. Dadaş, dünyevi
metaa değer vermez; onun maneviyatı güçlüdür, fıtraten mütevazidir, cesur ve
dostanedir. Allah rızası için muhtaca el uzatır. Zalim yönetime boyun eğmez. İzzetli
ölümü zılletle yaşamaya tercih eder. Nuktedandır, şakaları ardı ardına sıralar,
mütebessimdir, kalenderdir. Dadaş, geleneksel olarak Türk Milliyetçisidir, asayiş
ve nizamdan yanadır, devletçidir. Ülkenin etnik unsurlara göre bölünmesine
karşıdır. Her platformda ülkenin bağımsızlığını ve bütünlüğünü savunur. 1919’da
Türk İstiklal Harbi’nin kendi şehirlerinde baslamış olması büyük bir gurur
vesilesidir. Müslümanlık ve müslümanca yaşamak önemlidir. İslam’ın dadaş
versiyonuna Anadolu İslamı da denebilir. Bu anlayışta, toplum ve cemaat
bireyden daha mühimdir. Aslolan umumun menfaati ve emniyetidir. Gülen bir dadaş
müslüman olarak1970’lerden itibaren enerjisini, kaynaklarını, bilgisini dünyaya
ve ülkeye hizmete adamış bir toplum yetiştirilmesine hasr-ı nazar etmiştir. Gülen’in Erzurum’daki hocalarından olan Osman
Bektas, onu “hakiki dadaş” olarak niteler. [30]
Kendi mülakatlarından birinde Gülen
dadaşı şu şekilde tanımlar: “ Dadaş, dindarlığını Müslüman Türk’ün tarihi tecrübesiyle
geliştirir ve zenginleştirir.”[31] Gülen,
Türklerin tarih boyu İslam’a en güzel şekilde hizmet ettiklerini, Haçlı
Seferlerinden ülkeyi ve dini muhafaza ettiklerini vurgular. Yazı, sohbet ve
vaazlarında Gülen, Türk Tarihinin şanlı sayfalarından örnekler verebilmek için
her zaman bir firsatını bulur ve tarihi vakaları bugünkü olaylara aktüel gelişmelere
büyük bir marifetle bağlar. Babası Ramiz Efendi, kendisine iki önemli husus öğretmiştir,
biri Sahabe ve Peygamber muhabbeti, diğeri de Osmanlı sevgisidir.[32] Ömer
Çaha ve Bülent Aras bu meyanda şunu ileri sürer; “Gülen’nin hedefi aynı anda Türk
Milliyetçiliği müslümanlaştırırken, İslam’ı da Türkleştirmektir. Kendisi
Osmanlı döneminde olduğu gibi din ve devlet arasındaki bağları tekrar yerleştirmektir.” [33]
[1] Serif Mardin. Religion and
Social Change In Modern Turkey. New York: Sunny Press, 1989.
[2] Albet Bandura . Social Learning Theory. New York: General Learning Press, 1971.
[3] Bandura, Social Learning,
p. 22.
[4] Latif Erdogan. My Small World.
Istanbul: Ad Yayinlari, 1992.
[5] Said Nursi. Tarihcei Hayat.
Istanbul: Sozler Yayinevi, 1989.
[6] Ali Unal. Fethullah Gulen:
Bir Portre Denemesi. Izmir: Nil Yayinlar, 2002. p. 65
[7] Erdogan. My Small, p. 15
[8] Erdogan. My Small. 21.
[11] Mercan. Fethullah, p. 35
[12] Erdogan. My Small. p. 28
[13] Erdogan. My Small, 26.
[14] Faruk Mercan. Fethullah Gulen.
Istanbul: Dogan Yayincilik: 2008, p. 36
[15] Unal. Fethullah Gulen. p.
11.
[16] Erdogan. My Small. 18
[17] Erdogan. My Small., 32.
[18] Ibid., 76.
[19] Ahmet Hamdi Tanpinar. Bes
Sehir. Istanbul: Dergah Yayinlari, 1941. p. 211
[20] Tanpinar. Bes Sehir. p. 207
[21] Besir Ayvazoglu. “Orhan Okay” Aksiyon.
(957), 11.02.1999
[22] Mercan. Fethullah. p. 62
[23] Mardin. Religion and.
P. 31
[24] Hakan Yavuz. Towards and
Islamic Enlightenment: The Gulen Movement. New York: Oxford University
Press, 2012. p.28
[26] Erdogan. My Small, 17
[27] Erdogan. My Small. 38
[28] Muhammet Cetin. The Gulen
Movement.: Civic Service Without Borders. New York: Blue Dome Press, 2010.
p. 250
[29] Sitki Aras. Erzurumun Manevi
Mimarlari. Istanbul: Dergah Yayinlari, 2007.
[30] Merhum Osman Bektas Hocaefendi. http://tr.fgulen.com/content/view/14589/13/
[31] Devlet ve Seriat. http://tr.fgulen.com/content/view/227/5/
[32] Erdogan. My Small. p. 23
[33] Caha and Aras, “ Fethullah Gulen and His Liberal Turkish Islam
Movement.” Revolutionarries and
Reformers: Contemporary Islamist Movements in The Middle East. Ed. Barry
Rubin. New York: State University of New York Press, 2003. p.143.