“Bana sor sevgili kari,
sana ben söyleyeyim.
Ne
hüviyette şu karşında duran eşarım:
Bir
yığın söz ki, samimiyeti ancak hüneri.
Ne
tasannu bilirim, çünkü ne sanatkarım” Mehmet AKİF
Fethullah
Gülen’in hayatını yazabilmeyi ne çok
isterdim!
Belki bir gün!
Böyle
bir kitabın adını da sanırım, “Şairane
bir Vaiz” koyardım.
Bu
önemli şahsiyetin, sadece tarihçe-i
hayatı değil, aynı zamanda entelektüel biyografisi, manevi
(spiritual) biyografisi… de yazılmalıdır.
Gülen, hakkında sağlam araştırmalar yapılmayı hak eden isimlerin başında
gelmekte günümüz Türkiye’sinde.
Hitap
ettiği kitleyi sadece ilmi, irfanı, lider şahsiyeti, eğitimciliği, yeniliğe
açık zihin yapısı, canlı manevi ve ruhi hayatıyla değil; bütün bunlarla
birlikte, aynı zamanda “muhrik” sesi ve o ses’teki şiirsellikle de
etkileyebilen bir bilge Hocaefendi.
Uzatmadan...Yazının başlığından da anlaşılacağı üzre,
burada
Fethullah Gülen’in şairliği hakkındaki şahsi düşüncelerimi paylaşacağım.
Bu
konunun, Gülen’in sanat, dil, kültür, edebiyat, estetik, hassaten de şiir hakkındaki
düşüncelerinin etraflıca ele alınmadan işlenemeyeceğinin ise farkındayım!
Şiirlerinin
tahlili, hususiyeti….ancak o zaman sağlam bir bağlama oturtulmuş olur. Ne yazık
ki, bir başka ve çok daha titiz bir araştırma yazısına talik edebilecek böyle
bir konuyu burada uzun boyluca tahlil edemeyeceğim. Hareket’in içinden gelenlerin Gülen’in
kimi şiirlerini tahlil ettiklerini biliyoruz, ama Kırık Mızrap’taki şiirleri
akademik olarak ele alan bir çalışma henüz yok!
Özellikle
günümüzde şiir işportacılarının ortalığı istila ettiği bir ülkede “has şiir” tartışmaları lüks kaçar. Şiir
okuyandan katbekat fazla “şiir yazar”ımız var. ILESAM’da kayıtlı altı binden fazla
şair(!) varmış. Gel gör ki, şiir kitapları sadece bir kaç yüz adet satıyor! Keşke
yazıldığı kadar okunsa da!
Aynı
zamanda, memlekette daha ciddi sosyal ve siyasal mevzular varken; hani bir
zamanlar Devlet-i Aliyye’nin temelleri sarsılırken Tanzimatçıların kendi
aralarında tutuştukları cinsten bir “abes-muktebes”
tartışmalarını andiran lakırdılara ne gerek var diye düşünenlerin de çıkacağından
eminim.
Bununla
birlikte, duygu, düşünce ve hayal dünyamız ne kadar muzahrefatla doldurulmaya
çalışılırsa çalışılsın, bu türden konulara bakılmasının önemine inananlardanım.
Şiir, ciddi bir iştir! Eskiler, “Şiir
kendisini besleyenlere hizmet eder” “Şiir kıskançtır, kendisinden başkasıyla
ilgilenilmesinden hazzetmez” meyanında
çok sarf-ı kelam etmişlerdir.
Günün sonunda, tüm edebiyat teorilerinin, poetik
yaklaşımların ötesinde şiir, kişisel bir beğeni meselesidir; elbette
kötü şiir vardır, iyi şiir vardır.
İmdi!
Yazımızın başlığındaki provakatif soruya döneyim tekrar: “Fethullah Gülen bir şair midir?”
Hayır.
Hocaefendi
bir şair değildir! Evet, şairanedir;
hayatında, şahsiyetinde, eserinde ve sesinde şiirsellik vardır; ancak Gülen bir
şair değildir, iyi bir şairlik kumaşı
da olsa, bir kitap dolusu şiir kaleme almış da olsa!
Onda
muhakkak ki bir “sanatkarane temaşa” var. Ne ki, bunu şiirin kendine mahsus,
nesre çevrilmesi neredeyse kabil olmayan o “sırlı” lisanına dökebilmek apayrı bir hüner; o şairane duyuşu, duyarlılığı “şair şözü” kılabilmek büsbütün başka bir
meziyet…
Evet,
Gülen’de hayata karşı kah bir divan şairi, kah bir tekke ve tasavvuf şairi, kah
bir halk ozanı tavrı vardır, ama yazdıklarına “has şiir” diyebilmek çok zordur.
Hayır, o bir şiir heveskarı müteşair değil, ama has şiirin aradığı haddeden
geçmiş bir şiir diline,
esteğine ve özgünlüğe sahip şair demek de zor kendisi için. Kırık Mızrap’taki nazmı, edebiyat camiası şiir olarak kabul
etmekte zorlanıyor.
Şair
mi, değil mi, tartışması, kimi edebiyat çevrelerinde Mehmet Akif için de
yapılmıştır, onu şair değil sadece mevzun ve mukaffa dizeler düzen tahkiye
ustası bir nazım olarak değerlendiren eleştirmenler olmustur. Ama, Akif le Gülen’in şiir vadisindeki
kulvarları çok farklıdır. Akif, haza bir şairdir. Akif’in kendisi için
söylediği gibi, Gülen manzumelerinin de en
büyük sermayesi, samimiyetidir denebilir...
Fethullah
Gülen, düşünce ve duygu dünyasına en ziyade tesir eden şahsiyetlerden biri olan
Necip Fazıl gibi, şiiri davasının hizmetine ram etmeye çalışmıştır, şiiri
davası için bir araç olarak istimal etmeye çalışmıştır; ama Kırık Mızrab’ında, kendisi daha yirmili
yaşlarındayken şairliğini edebiyat camilarınca tescillenen Necip Fazıl’ın
söyleyişinin kalitesinden ve özgünlüğünden çok uzaktadır. Onun şiirinin kalitesi, yine kimi manzumelerinde
kendisinden istifade ettiği açıkça gözlemlenebilecek olan Yahya Kemal’den de
fersah fersah uzaktır!
Arapça,
Farsça ve Türkçe’nin en revnektar sözcük
ve terkipleriyle tezyin ettiği
yazı ve konuşmalarından zengin bir hayal, his ve tefekkür dünyasına
sahip olduğunu gözlemleyebildiğimiz Gülen’in, şiirde o “has şair”lere mahsus kendine özgü sesi bulamadığını görüyoruz.
Gülen’i, sadece manzumeler yazmakla değil, edebiyatımızda
bir Haşim gibi, Orhan Veli, Necip Fazıl ve İsmet Özel gibi aynı zamanda şiir üzerine
düşünürken, konuşurken ve yazarken…kendi şiirinin poetikasını kurgularken de
görüyoruz. Sohbet ve vaazlarında hemen hemen dakika başı, ezberinden bir şiir
okuğunu, güncel olayları şiirlerle yorumladığını görüyoruz. Gülen’in sohbet ve
vaazlarında da sık sık beyitler, dizeler, belli şiir ve şairlere telmihler ve
referanslar; hatta bütün bir şiiri
baştan sona ezberden okumalar görebilmekteyiz.
Kendisi,
ilkçocukluğunu yaşadığı zamanlarda, köylerine düzenli aralıklarla söz ve saz
ustalarının gelip gittiğini ve bunlardan etkilendiğini belirtiyor. Aynı
şekilde, rahle-i tedrisinde bulunduğu Alvarlı Muhammed Lütfi Efe de, klasik
tekke tasavvuf edebiyatını sürdüren bu gelenek ve formda gazeller, natler,
kasideler söyleyen bir hocadır.Gülen’in babasından çok sayıda Farsça ve
Osmanlıca şiirler dinlediğini de biliyoruz. Çocukken köylerine gelen ozanlar
var. Çocukluğu söz ve halk şiiri külüründe yoğrulmuş. Sözü güzel söyleme ile erken
yaşlarda haşır neşir olmuş biri Gülen. Onun şiiri, geleneksel ses, duygu ve
tasavvufi motif ve imgelerle örülü, iddialı olmayan bir şiirdir.
Şiir
ince dil işçiliğidir, emek ister, zaman ister. Bir Hareket insanı olan Gülen’in,
şiirle meşguliyeti hayatının önceliği haline getirmediğini görüyoruz. Şiir onun
için bir araçtır. Davasını anlattığı, mesajını bir de ‘vezinli ve kafiyeli’ bir
şekilde anlattığı bir ‘ beliğ
vesile’.
Konuşmalarına bakılırsa da, bana öyle geliyor ki, şiir okumak ve yazmak aynı
zamanda kendisi için bir terapi! Bu ayrı bir konu.
Fethullah
Gülen’in zengin çağrışımlarla, sonu gelmeyen şiirsel cümleler, devrik kurgular,
telmihler, mecazlar, tevriyelerle dokuduğu düz yazılarında şiirsellik ilk
dikkat çeken özelliklerdendir. Bu sebeple, onun düzyazısını mensur şiir olarak nitelemek yerinde
olacaktır. Bu itibarla, Gülen’in nesri şiirinden öndedir.
Gülen,
Necip Fazıl’ın, İdeolocya Örgüsü’nde nesir yoluyla yaptığını aslında nazim
şeklinde yapmıştır. Felsefesinin, ideolojisinin en derinine şiirlerindeki dizeler,
kelimeler, metaforlarla girilebilir. Gülen’in şiirini, onun ideolojisinin
“kaynak metinleri” gibi okumak da bence pekala mümkündür.
Gülen’in
bir şairlik iddiasının olduğunu sanmıyorum. Şiirinim zayıflığı, onun asıl
hüviyetine, din adamlığına, bir halel getirmez!
O,
şiirle yatıp kalkan, şiir için yaşayan, hayata, dünyaya şiir penceresinden
bakan biri değil.
Nitekim,
Gülen, yarına şairligiyle değil; Hareket’i, davası, yol açıcılığı, ufuk
göstericiliği ile kalacaktır.
Şair olmaması, ona herhangi bir şey kaybettirecek değildir. Hatta, bunca
meşgalesine rağmen, şiirle iştigal etmesine, duygu ve düşüncelerini şiir
yoluyla da anlatasına saygı duyulmalı!
Burada
bir keşke daha: Keşke zaman bulabilse, bir Seyyid Kutup, bir Elmalılı Hamdi
Yazır ve benzerleri gibi mürettep bir tefsir kitabı yazabilseydi; kendi İslam
yorumunu, teolojisini netlikle yansıtan bir tefsir. Ne ki, gençlik dönemlerinde
şehir şehir gezerek davasını anlatan, en verimli çağlarında ise, yıllarca
aranan, kütüphanesinden ayrı yaşamak zorunda kalan birini düşünün.!...
Merhum Nurettin Topçu, sanatkar şahsiyetleri genel
itibarıyla ikiye ayırır: Hayata koşanlar
ve hayattan kaçanlar. İlk grub, yine Topçu’nun tabiriyle söyleyecek olursak,
“yaşatmak için yaşayanlar”dır.
İsyan Ahlakı’nın müellifi Topçu, nitekim Mehmet Akif’i de hayata koşan bir “şair”
olarak tavsif eder.
Şöyle diyor Topçu:
“Büyük adam eseriyle hayatını birleştiren adamdır. Önce
bütün ömründe aynı kanaatin aynı imanın sahibi olan adamdır. Devirlere, zaruretlere,
cemiyetlere göre değişmez; muhitine uymaz, muhiti kendine uydurur. Cemiyetten
daha kuvvetlidir, cemiyeti sürükleyicidir. Bu karaktere sahip insanların yani ‘değer
yaratıcısı’ olanların bir kısmı zekasıyla, bir kısmı kalbi ve hisleriyle bir
kısmı da iradesiyle başka insanlara ve cemiyete üstündür, yaratıcıdır, sahiptir
veya velidir”. (Mehmet Akif, Hareket Yayınları, İstanbul, 1970).
Hareket
ve dava adamı olma vasfı Fethullah Gülen’de tefekkür ve tezekkür insanı
olmayla birlikte içiçedir. Bu dört anahtar kavramdan bir Hizmet formülasyonu ve
vizyonu istihsal eden Gülen’in hayatının ve felsefesinin özünde bir şiirsellik vardır.
Fethullah Gülen, dindar bir mütefekkir, yenilikçi bir
Hareket adamı olarak, şiir yazmış, hatta çok genel mahiyette de olsa, şiirin
teorik vechelerine de ilgi duymus olmasına
rağmen, şairlik yönü sıradandır. Kendisi, şiirsever, konuşma ve yazılarında,
özellikle de son zamanlardaki sohbetlerinde Türk edebiyatının en güzel
mısralarını, bağlamına çok uygun olarak, kolaylıkla kullabilen, düşücesini de
hafızasındaki bu şiir öbeklerine göre örgüleyen, edebiyat muktesebatı zengin
bir beyan ehli olmasına rağmen, yazdığı manzumeler bu şairane ve hikemi
şahsiyeti Türk edebiyatında kendine yer
yapmış bir şair kılmaz!
Sonuç
itibarıyle, Gülen şiirde bir Beyatlı, bir Haşim, bir Tanpınar değildir; ama pek
ala bir Süleyman Çelebi, Eşrefzade Rumi’dir. Yani bu isimler ne kadar şairse, Gülen de o kadar şairdir!
Kendisi, bir geleneğin bu
post-post modern günlerdeki temsilcilerindendir.
Bu
bakımdan onu belki de modern şiirin poetikalarıyla okuyup değerlendirmekle
yetinmeyip sufi ve irfan geleneğinden hareketle kendini ifade ettiği şiir
diline bakmak gerekir; ki o gelenekte de şair, aslında bir şiir söyleme
çabasında değildir, coşkun halini, davasını, dini tecrübelerini şiirle de dile
getirmiştir.
No comments:
Post a Comment