Hizmet Hareketi’nin içinden geçtiği süreci en iyi tanımlayabilecek
kavramlardan biri de: travmatik… Her
türden bir travmadır yaşananlar: Psikolojik ve ruhsal…bireysel ve toplumsal.
Üç yıldır, Allah’ın her günü irili ufaklı onlarca şey
yaşıyor, her yeni doğan güne farklı bir travmatik vakayla başlıyor Cemaat.
Eskilerin, Birinci Cihan Harbi için dedikleri gibi, gün,
günden beter geliyor.
Tutuklanma haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Her
gün onlarca kurumuna kayyım atanıyor. Bağış yapan hayırsever vatandaşlar, “terör”ü desteklemekle tehdit ediliyor,
dahası işyerleri müsadere ediliyor.
Hareket’in her biri marka olmuş kurumlarının dibine
kibrit suyu ekilerek, tarihi, hafızası tarumar ediliyor. Kutsalı yağmalanıyor.
Onyıllarca faaliyet gösteren, binlerce istihdam
sağlayan şirketlere el konuluyor.
Her gün tedhiş ve tehditlerle yaşamaktan usanan
insanlardan, imkanını bulan yurtdışına çıkmanın yollarını arıyor. Bulamayanlar,
mahallede, işte, okulda, eşten dosttan gelen tacizlere, zorbalıklara maruz
kalarak yaşamaya devam ediyor.
Tam bir “Öz
yurdunda garipsin öz vatanında parya…” durumu!
Hal böyleyken, halkın hatırı sayılır bir kısmı, gözlerinin
önünde cereyan eden bu zülme sessiz, tepkisiz; hatta bir kısmı destekliyor bile!...Mahallerinde,
semtlerinde, köylerinde, işyerlerinde sergilenen kıyıma kayıtsız kalıyor
kitleler. Bu menfi algının bertaraf edilmesi kolay değil. Bir propaganda
makinesi gibi işleyen Havuz medyası, sistemlice yapmaya çalıştığı ‘death with thousand cuts’ mesaisinde
başarılı oldu; Havuz, Hizmet aleyhinde menfi bir algı yarattı. Taksi şöföründen,
mahalledeki kasaba… bilen bilmeyen, “vay be adamlara bak, meğer bağrımızda
yıllarca paralelci barındırmışız” tadında.
Cemaat’in maruz kaldığı mağduriyetler ve mazlumiyetler,
bir türlü halkta makes bulmuyor!
Bu arada, bölünen ailelerin haddi hesabı yok! Çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden hayatlar
karartılıyor.
Ya arkadaşın arkadaşa, akrabanın akrabaya yaptığı!
Mesela, aranan birinin bir fırsatını bularak gizlice evine çoluk çocuğunu
görmek için gittiğinde, aynı apartmanda yaşayan 10 yıllık arkadaşınca polise
şikayet edilmesi ve tutuklanması. Aynı camide namaz kıldıkları, sabah akşam
görüştükleri, ev ziyareti yaptıkları kimselerce jurnallenmesi…Bu bir travmadır!
Ezcümle, Kabul edilmeli ki, her gün yaşanan duygusal,
psikolojik, toplumsal, ekonomik, ve evet dini tacizlerin yekünü, Hareket’te bir
travma etkisi yarattı.
Hareket içinde, bu travmatik durumun, kabul edilip
edilmemesi bir yana, artık bu noktada sorulması gereken, Hizmet Hareketi, hem
tüzel olarak, hem de kendisini Hareket’in içinde görenlerin bireysel ve ailevi
olarak bu travmatik süreçle nasıl başa çıktıkları, çıkacakları…
Başına gelenleri, Hizmet Hareketi içindekiler serbest
ve özgür ortamlarda konuşup tartışabiliyolar mı? Emin değilim!
Hizmet’tekilerin, safkan Anadolu evladı olmalarına
rağmen, halka hitap edemedikleri ortada. Halkın anlayabileceği bir söylem
bulmakta, kurgulamakta zorluklar yaşanıyor.
Gel gör
ki...
Bu
travmatik
olayları kendilerine, birbirerine de anlatamıyorlar. Çünkü, açıkça, seçikçe
konuşulmuyor bunlar. Yaşadıklarını, duygularını, düşüncelerini açıkça,
içtenlikle konuşabildikleri biri-leri, güvenli ortamları var mı, bilemiyorum!
Halbuki, Hizmet’in her ortamda konuşulamayacak hiç bir
meselesinin olmadığına inanıyorum. Yeter ki kalpler ve zihinler muhataplarına
açık olsun. İnsanların duygu ve düşünceleri, “bilmediğiniz şeyler var”ın sükutunda
boğulmasın!
Evet artık herkesin herşeyi söyleyebildiği post post-modern zamanlardayız. İnsanlar
zaten her türlü görüşe bir şekilde, kolaylıkla
ulaşabiliyor.
Hizmet’te susanın, tasdik edenin, içine atanın değil;
konuşanın, düşünenin, çözümler üretenin daha bir öne çıkması gereken
zamanlardayız! Ezberlerimizi pekiştirecek zamanlarda değil!
Her şey çekinmeden, üslub-i münasiple, konuşulduğunda
meselenin büyük bir kısmı halledilmiş olacak.
Konuşarak
güven tazelenecek. İnsanlar birbirlerine moral verecek, destek olacak,
birbirlerinin hayatlarına dokunacaklar; yüzeysellikten sıyrılıp birbirlerini
daha iyi tanıyacaklar...
Travmatik hikayelerini, ‘gözlerini yerden alarak’, hiç
utanmadan, yerinmeden anlatabilmeli
insanlar...Cesaretle...
İnsanların rahatça içini dökebilecekleri,
kınanmayacakları, zayıfıkla veya hainlikle itham edilmeyecekleri güvenli
ortamlar tesis edilmeli. Çaylar demlenmeli, ikili veya gruplarla uzun uzun konuşulmalı;
eteklerdeki taşlar dökülmeli, sinelerdeki boğumlar
çözülmeli, gerekirse gözyaşları akmalı...İnsanların herbiri birbirinden farklı
olan tramva hikayeleri dile gelmeli. Gönül kırıklıkları, ruh çöküntüleri,
bilinçaltlarında saklandıkları yerlerden çıkarılmalı.
Hareket, bu zorlu süreçte, özüyle ruhuyla bu özgür
ortamlarda, gönül sohbetleriyle, hikayeleri, hatıraları, anlatmakla irtibat
kurabilir. Bu hikayelerle, yeni yepyeni bir bilinç teşekkül ettirilebilir, bir ruh
yoğrulabilir. Adeta, eli
kolu bağlanarak “güçsüz”, kendini savunamaz hale getirilen Hizmet, anlatacağı
hikayelerle, kuracağı dille kendi gönül sesini bulabilir.
Hareket içinde herkes kendi konumuna göre bu travmadan
etkileniyor. Çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı, memur işçi, yurtiçindeki
dışındaki…
Bu travmanın gerçek hikayesi, sonraki kuşaklarca
yazılacak. Farkında olunsun olunmasın, çocuklar bu travmanın birebir şahitleri…anne
ve babalarının maruz kaldıkları zulmün, dalgınlıklarının, kederlerinin, ev
içinde ortaya çıkan yerli yersiz tartışmaların, taşkınlıkların tanıkları onlar. Onlara da anlayabilecekleri biçimde anlatılmalı, açıklanmalı yaşananlar...
Hizmet'te herkes, farklı tonlarda yaşadığı travmalarla\ yine kendince bir usülle zaten mücadele ediyor: Yıllardır idarecilik yaptıktan
sonra, şimdi kendini bağ bahçe işine verenler, gece gündüz şiir yazanlar, dünyadan
el etek çekip adeta bir evliya hayatı yaşayanlar, sigaraya başlayanlar…biliyorum. Her
birey kendince bir yol tutup gidiyor.
En iyi usüllerden biri de konuşmaktır.
Konuşmaktan zarar gelmez ve üstelik bu gibi durumlarda
konuşmak elzemdir.
Bu minvalde, konuyu Hizmet Hareketi’nden iki ricamla bağlayayım:
1- Hareket’tekiler,
bir araya geldiklerinde, artık bu başımıza gelenler günahlarımızdan dolayı,
daha az dua ettiğimiz, daha az teheccüd kıldığımız için oldu türünden konuşmaların
ötesine geçmeli. Sohbet'te sohbet edenden ziyade, dinleyenler konuşmalı. Böylesi suçlayıcı ve manen itham edici konuşmalar, müdaheleler özellikle büyük grularda menfi sonuçlara
sebep olur.
2- Özellikle çocuklara, nefret, öfke değil, bu
olaylardan mülhem en insani değerlerden olan “ affedicilik” öğretilmeye
çalışılabilir.
No comments:
Post a Comment