Friday, September 5, 2014
KANADA OTELI
KANADA OTELİ
“Tarihe bakın.
Kanada Yerlileri, Avrupa’dan gelen ilk göçmenlere kucak açtılar, beslediler
onları. Zamanla bu sıcak karşılama, Kanada’da bir gelenek haline geldi. Sonradan, bu topraklara gelen herkes sıcak karşılandı ve ülkenin imkanları hep kendileriyle paylaşıldı.”
Peter Stoffer
Toplum (
community) kelimesinin bu kadar önemsendiği bir başka ülke var mıdır acep şu
alemde! Kanadada aşağı toplum, yukarı toplum… Bu
nedenle, Kanada’yı “Toplumlar
Topluluğu” diye tesmiye etmenin
hiçbir mahzuru yok. Her geçen gün “millet olma yolunda yavaş da olsa bir mesafe
kat eden” bu ülkeye yapılabilecek en iyi yakıştırmaladan biri Birleşmiş
Toplumlar Devleti olsa gerektir.
Kanada’nın, bunca büyük bir coğrafyayı ve bu kadar farklı
etnisitiyi tek bayrak altında toplayabileceği en temel değerdir hoşgörü.
Müslümanı hristiyanından, budistinden, yahudisine, hindusuna herkes birbirinden öğrenecek,
yeni’ye farklı’ya açık ve mütehammil olduğu sürece bu toplumda varlığını süredürebilecek. Sonuç itibarıyla de çeşitli
çeşnilerden, sofraya da tatlı mı tatlı
bir Kanada aşuresi kotarılacak. Böyle bir malzeme zenginliğinden mükemmel bir
aşure devşirilemezse eğer, ortaya ya
karın ya baş ağrıtacak bir bulamaç çıkardı ki, eyvahlar ola!
Birlikte
yaşama kültürü, Kanada’nın dünyaya sunabileceği en güzel hediyedir. Toplumca büyük ölçüde içselleştirilen bu değere dünyanın da
şiddetle , hararetle muhtaç olduğunu düşünüyorum. Ortak yaşama projesinin tatbik edilebileceği büyük bir labaratuvardır Kanada.
Kanada’da
daha düne kadar, yerliler, İngilizler, Fransızlar, kısmen de Amerikanlardan
başka bir millet yoktu. Yunanlılar, Çinliler, Ruslar, Japonlar, Araplar,
Hindistanlılar, İrlandalılar yoktu.
Sonraları her milletten insanın
sığınağı, birbirine düşman milletlerden insanların birlikte yaşadığı bir sokak,
bir apartman oldu.
Kanada
için meşhur metafordan biri değirmendir. Geleni gideni öğütür, dönüştürür. Ya geldiğiniz ülkenin
kültürüyle, Kanada kültürünün hoş ve makul bir bileşimi, ortalaması olursunuz;
ya da hiç bir şeye benzemezsiniz. Göçmenler bu ülkeye yontulmaya gelirler. Bu
kadar farklı ve bazen de zıt kültürden insan, bir araya gelir; zaman
içinde, birbirini yontar da yontar.
Güzel olan şey ise, bu yontma ameliyesinin sessiz sedasız , çoğu kez de
uzlaşmayla süregitmesi…
Fransa’dan
sürülen müzmin muhalif Voltaire’ nin
İngiltere için söylediği şu söz, aslında
tastamam Kanada’yı tasvir eder: “ Eğer
İngiltere’de sadece bir din olsaydı, despotluk hüküm sürerdi; eğer iki din
olsaydı, insanlar birbirinin boğazını
keserlerdi. Ancak 30 farklı din
var ve insanlar barış içinde yaşıyorlar”. Farklılıkların ahenk içinde
varlığını sürdürdüğü Büyük Kanada Toplumu’nda,
mozayigin renkleri ne kadar parıldasa da, çimentosunda barış,
düzen ve hoşgörü var…
Kanada’yı
bir pazıl olarak düşünün, rengarenk bir pazıl! Herkesin elinde bir parça var ve sadece ortak
bir çalışma ve dayanışmayla bu pazıl tamamlanacaktır. Her faklı dil,din ve
kültürden Kanadalı , kafa kafaya, yürek yüreğe vererek, var olarak var
edecektir Kanada’yı.
Devlet kurumlarında
başı sarıklı hindusu da, türbanlı müslüman bayanı, siyahisi, Çinilisi de
çalışıyor. Bir kaç münferit önyargı dışında herhangi bir uyumsuzluk yok.
Ne yazık
ki dünyamızda ırkçılığın olmadığı bir yer yok! Irkçılık, kavimcilik,
toprakçılık evrensel bir illet ve her yerde…Şükür ki, Kanada diğer göçmen alan
ülkeler gibi hırçın bir milliyetçiliğin, ırkçılığın yaygınca görüldüğü bir yer
değil. Zaten ırkçılık yasalarla men edilmiş. Ama özellikle bir kaç göbeklik geçmişi olan ,
burada doğup büyümüş yaşlı Kanadalı’ların zaman zaman yerli yersiz nedenlerle
göçmenleri suçladıkları, memnuniyetsiz bakışlar savurdukları da bir vakıadır.
Ilk kuşak
göçmenler genelde çileli bir hayat yaşıyor. Yarım akılla, yarım kalple yaşanmış
hayat sürüyor ilk gelenler. Bir muhacir
ürkekliği ve kiracı
psikilojisi… İçinde yaşadıkları
toplumun meselelerine ilgisizlik, evden işe, işten eve gidip gelen kısır bir
döngü…Geride bıraktıklarıyla derin bir hesaplaşma duygusu, zihinsel, zamansal
ve mekansal kopmalar, bölünmeler, aidiyet
krizleri…İşte kimileri için cennet, kimilerince ise, içine hapsoldukları kayıp bir cennet…
Pek çok
göçmen, Kanada’ya kalma, burada yaşama niyetiyle gelmiyor. Otel Kanada’nın bu
mevsimlik işçileri, biraz para kazanıp,
güngörüp, dil öğrenip geri dönebilme telaşındalar. Geri dönenlerin yanında, yıllar geçtikçe geriye dönme cesaretini yitirenler de az
değil.
Bir gün
dünyanın hemen her yerini gezmiş genç
bir Kanadalı diplomatla Ottawa nehri kenarından geçiyorduk. Dışişlerinin bu
gelecek vaad eden Fransız asıllı diplomatı, bir hafta içinde Türkiye’ye
gidecekti. Bir ara nehre bakarak:
“Ottawa benim evim, doğduğum büyüdüğüm yer”
dedi. Henüz ilkokul yıllarındayken nehrin kenarında ailesiyle yaşadığı
günlerden söz etti, çocukluk anılarını
anlattı. Evet, bu topraklarda doğmuş bir kişinin duygularını benim anlamam,
nehre baktığında onun gördüklerini
görebilmem elbette mümkün değildi. Dostum, kelimenin tam anlamıyla, Otel Kanada’nın
“daimi” bir sakiniydi. Bizler ise
dışarıdan gelen birer içeridekilerdik…
Romancı Yani’nin otel
metaforunu da sevdim. Yetmişiki milletin biraradalığını üzerine oturtup
anlamladırabileceğimiz hoş bir benzetme… Hatta Yakup Kadri’nin üç katlı Kiralık
Konağı’yla da hoş izahlar getirebiriz Kanada’ya. Ancak benim Kanada’yla ilgili
favori benzetmem Faruk Nafiz’in Han Duvarları’dır.
Kim ne derse desin tüm
göçmenler bir Maraşlı Şeyhoglu Satılmış’tır. Her deneyimli göçmen, yeni yetme
bir göçmenin gözlerinde, hatta yürüyüşünde
kendini görür; ben de oralarda
bulunmuştum, bu yollardan geçmiştim hissini yaşar yeniden. Yeni yetme bir
göçmen ise, Faruk Nafız gibi Kanada Hanı’nın duvarlarına işlenen geçmişin ve
geleceğin gizli kodlarını çözmeye
çalışır.
Hayal edelim ki, Otel Kanada’nın duvarlarında efsanevi
Başbaka Turedonun şu Kanada duası yazıyor olsun: “Umutlarımız çok yüksek.
İnsanımıza inancımız harika. Bu güzeller güzeli ülke için kurduğumuz
hayaller asla solmayacak”
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment