Hizmet Hareketi içinde
zengin bir çeşitlilik var. Sanılan tektip, tekduze imajinin aksine, birbirinden oldukça farklı sesler
mevcut…ki sayısı milyonlara baliğ bir camia
için aksi de düşünülemezdi zaten!
Bu zengin insan
çeşitliliği içinde dikkatimi çeken bir husus var: Hizmet dairesindekiler genel itibariyle zeki, IQ'ları yüksek kimseler…Şakirtleri,
tarafsız bir nazarla, belli bir süreliğine gözlemleyin; kahir ekseriyetin,
makul, samimi ve aklı başında insanlar olduğunu kolayca farkedeceksiniz.
Camia içinde çıkan okul
birincilikleri, dünya genelindeki bilim olimpiyatları başarıları vesair asla bir
tesadüf eseri değil. Bu parlak
muvaffakiyetler adeta cemaatteki külli zekavetin de birer remzi ayni zamanda. Hizmet’in hitap
ettiği kitle dünden bugüne Türkiye’nin makul ve aklıbaşında çoğunluğu,
eğitimli ve zeki tabakası olageldi.
Nitekim, bu durumun
farkında olan Hizmet içindeki kimseler, biraz da nükteyle karışık, “Bir insanın bu Hizmet Hareketi’ni anlaması,
idrak edebilmesi için zeki olması gerekir” diyor.
Ben, Hareket içinde
akranına, emsaline zekavetiyle rüçhaniyet kesbetmiş, adeta deha çapında çok
kimse gördüm, tanıdım. Bakmayin kendilerinin mutevazi olmasina... Kimi ateşpare zekasıyla eşyayı ve hadiseleri çok sofistike
bir biçimde tevil ediyor, kimi tam bir hitabet ustası, kimi manen yüklü mü
yüklü, ruhaniyat İQ’sü ağır mı ağır bir mubarek; kimi de adeta Einsteinlerın, Edisonların
günümüzdeki tilmizi…Kimi sessiz, kimi delismence, kimi muzip, kimi kalender bu tiplerin ve karekterlerin
hepsinin aynı evde, aynı öğrenci yurdunda, aynı bölgede kaldığını; her daim
birbiriyle münasebet ve haliliyet içinde olduklarını düşünün…Evet, halinden,
tavrından, dirayetinden…nüktesinden kendini belli eden bu azmi, cezmi, gayreti
ve ikdamı tam şahsiyetler, Hizmet dairesine adım attıkları andan itibaren Hizmet’te sorumluluklar almışlar ve kendilerine muhtelif
kademelerde yerler edinmişlerdir...Ama kabiliyetlerine göre değerlendirilmişler, ama müstesna dehaları ziyan olmuş, her zaman Hizmet dairesinde ucundan tutabilecekleri bir işleri olmuştur.
Hizmet dairesinde oturup
kalkmalarım, muaşeretlerim, münasebetlerim esnasında toplam IQ’suna her zaman
şehadet ettiğim böylesine çaplı insanlardan müteşekkil bir Hareket içinde,
kayda değer, mesela son çeyrek asırda Türk düşünce dünyasına etki eden
entelektüel bir zümre çıktı mı? Bu minvalde, daha önce kaleme aldığım bir kaç
yazımı okuyanlar, bu soruya olumsuz cevap verdiğimi bileceklerdir.
Bu yazıda da aynı konuyu Hizmet’in insan kaynakları tasarrufundaki bir
kaç hususa işaret ederek irdelemeye gayret edeceğim:
Üniversitelerdeki bölümlerine
dereceyle giren zeki ve kapasiteli gençler, Hizmet bölgelerinde ehl-i hizmet ve
keyfiyetli bir ‘şakirt’ olarak yetiştirildi. Anadolu’nun her yerinden büyük
şehirlere tahsile gelen bu genç ve açık dimağlar, Hizmet’in kendilerine
anlatmaya çalıştığı şeyleri anlamakta pek zorluk çekmedi. Fıtraten de cevval ve
ceyyit olan bu gençlere öğrenciliklerinden başlayarak Hizmet içinde ‘kariyer’
imkanları sunuldu. Kısa zamanda Hizmetin vizyonu anlayan ve formasyonuna uyum
sağlayarak, zamanla her adımlarında “İstikbal inkılabatı” hayalleriyle sarmaş
dolaş yaşamaya başlayan ve Hizmet’in
ana gövdesini oluşturan bu fedakar ve kabına sığmaz üniversite talebeleri, kendi kabiliyetleri ve meziyetlerine göre, kah bölgede
talebe ile ilgilendi, kah esnafla, kah yayıncılıkla…. İlk zamanlar,
gerektiğinde tek bir kişi bunların hepsiyle birlikte tek başına ilgilendi.
Zamanla, Hareket kemmiyetçe ziyadeleştikçe ve etkinlik alanları bakımından da çeşitlendikçe
ihtisaslaşma kaçınılmaz hale geldi. Ama
fedakarlık hiç değişmedi!
Kabiliyetli, muhlis ve
içten bu gençler Hizmet dairesindeki meşguliyetleri
esnasında, halkla birebir temasa geçtiler, insan ilişkilerindeki becerilerini
inkişaf ettirdiler, zengin hayat tecrübeleri edindiler, yaşlarına göre erken
olgunlaştılar, oturaklaştılar, görgü sahibi oldular… Kendilerini istikbalin
çetin şartlarına hazırladılar. Hizmet’in en büyük muvaffakiyetlernden biri,
sayısı onbinlerle ifade edilen bu genç talebeleri, kendi içinde istihdam
edebilmesi, talebelikleri esnasında büyük fedakarlıklar sergileyen bu gençlere
Hizmet içinde çesitli vazifeler vererek onlara liderlik becerilerini keşfetme,
işleme ve geliştirme imkanları sunabilmesidir. Düşünün, henüz bir üniversite
birinci sınıf talebesi, Hizmet içinde
sosyal sorumluluklar aldı, kimi daha öğrenciliğinin ilk yıllarında
öğretmenliğe, kimi yöneticiliğe başladı.
Gayet tabii olarak, bu zeki,
fedakar, dertli, gayretli gençler, talebelikleri esnasında okul derslerine
gereken önemi veremedi! Dörtbaşı mamur bir üniversite öğrenciliği yaşayamadı.
Üniversite öğrencisi olmak, Hizmet dairesi içinde olabilmek ve hizmet edebilmek
için sadece bir vasıtaydı! Hem kendilerini derslerine nasıl versinler! Okul
derslerine en son giren ve en önce dersten çıkan da onlardı. Derslerden çıkar
çıkmaz soluğu kaldıkları öğrenci evlerinde, dersanelerde alırlardı. (Bu
kelimeyi dersane tartışması ile karıştırmayın, şimdi ışık evi vesair denilen
öğrenci evlerinin eskiden tek adı vardı: Dersane). Bu öğrenciler, okullarındaki
“günah seylabesi”nden alelacele sıyrılıp adeta bir “vaha” gibi kendilerini bu
mekanlara zor atarlardı. Bu evler, onlar için yegane nefes alıp verebildikleri
mekanlardı, bu atmosferden ayrı kaldıklarında kendilerini sudan çıkmış balık
gibi hissederlerdi!
Yine otağını umumiyetle
büyük şehirlere açmış ve Bilkent, Boğaziçi, ODTÜ gibi üniversitelerde talebe
olan bu gençlerin evleri 24 saat adeta bir arı kovanı gibi işlerdi. Bu
öğrenciler, evlerini, sofralarını, gönüllerini evlerine gelip giden ortaokul ve
lise talebelerine sonuna dek açar, onlara sahip çıkmaya çalışır, abilik
yaparlardı. Kendi derslerini ihmal eder, ama lise talebelerini sınavlara
hazırlarlardı. Kah okul yorgunluklarını atmaları, kah ailevi sorunlarını
unutmaları, kah ilk aşklarının yaralarını onarabilmeleri için o çocuklarla
geceler boyu dertleşir, onların sırdaşı olur, haftasonları piknikler yapar,
futbol, tenis, basketbol oynar, yaz ve kış okuma ve dinlenme programları
düzenlerlerdi!
Kurban derisi toplanacaksa
yine bu gençler elini taşın altına sokar, aileleri ile bile bayramlaşmadan o
zor şartlarda, Devlet Baba’dan zılgıt yeme pahasına mahalle mahalle deri toplardı.Mevsimi
gelince ev ev, meydan meydan gezip dolaşarak gazete dergi abone işlerine bakan,
üniversiteye hazırlık dersanelerinin afişlerini asan, bir başka zeki talebe
bulabilmek ve onun gönlüne girebilmek için okul okul gezen, eve gelen talebeye
yemek, çay hazırlayan da hep bu talebelerdi. Sadece uyanık hallerinde değil,
hayal ve rüyalarında bile ilgilendikleri talebelerle meşgul olan gençler, bırakın
kitap okuyup da kendilerini yetiştirmeyi, ders çalışmaya bile vakit bulamazdı.
Hatta meşgalelerinden dolayı vize ve final tarihlerini unutanlar da olurdu. Ah
o “yarın benim sınavım var biraz ders çalışayım” demeyi bile davasına ihanet
olarak gören yüce ruhlu gençler!
İşte bu gibi meşguliyet ve vazifelerden dolayı, bu gençlerin, derece ile girdikleri bölümlerindeki ders notu ortalamaları fazla yüksek olmazdı;
hatta çoğu okulu zar zor bitirir, 4 yıllık bölümleri beşleyenler de olurdu. Bu
gençlere üniversiteyi bitirince ne olacaksaniz diye sorsanız; mesela hukuka
gidiyorsa, “sınavlara hazırlanıp hakim savcı olacağım” gibi dünyevi amaçlar
telaffüz etmeyi kendisi için zül
sayardı. Çoğu, “hizmet adamı” olabilmeyi bir öncelik olarak belirlemişti
kendisine…
Diğer yandan… evlerde
hal ve hareketi, giyimi kuşamı, kimi zararlı itiyatları sorun olarak görülen, ‘şakirtliği
zayıf’ kimseler ise daire dışına çıkmasınlar, herhangi bir serkeşliğe
bulaşmasınlar; hem de kendilerini okul derslerine versinler diye kendilerinden daha
az fedakarlığın beklendiği öğrenci yurtlarına yönlendirilirdi. Bu çocuklar
buralarda ders çalışıp akademisyen olsunlar, memur olsunlar diye bakılırdı
kendilerine. Yurtlarda kalan bu öğrencilerin aralarından zamanla şakirtliğini
geliştirenler sonradan evlere de kaydırılırdı; bir zaman sonra Yurtçuluk
hizmetleri de gelişti, ama bir dersanede
kalmanın zevki ve havası her zaman başkaydı. Evet, yılar sonra evlerde şu bu
sebepten dolayı kalamayacağı için yurtlara yönlendirilen pek çok kişi,
derslerine özen gösterdi; kimi memur, bürokrat oldu, kimi akademisyen…
Ben, o yüz kişi
arasında zekavetiyle temayüz eden deha çapında gençleri düşünürüm zaman zaman.
Ne yaparsa yapsın, en güzelini, en kalitelisini yapacağından asla şüphe
duymayacağım olağanüstü fıtri kabiliyetlerle mücehhez Hizmet’in dinomosu, ana
gövdesi olan o gençleri!...Kader, onları dünyanın farklı coğrafyalarına savurdu. Bugün bile arasanız, ruha
inşirah salan serin sesleriyle size 30 yıl öncesindeki masumiyetleriyle
konuşacak Sametleri, Muratları, Mehmetleri bıraktığınız yerde bulursunuz.
Hizmet Hareketi’nde,
bir fedakarlığı vurgulamak maksadıyla, falan önemli üniversiteden mezun
olmasına rağmen fülan kişi, Afrika’nın, Asya’nın
feşmekan ülkesine gitti gibi bir söylem vardır. Elhak bu doğrudur. Nitekim
yukarıda da bir nebze temas etmeye çalıştığım o zeki insanların dile getirilemez
fedakarlıkları olmasa Hizmet bugünlere nasıl gelebilirdi!
İmdi, bu yazıdaki birinci husus şu: Bu külli zekavet, bir entelektüel kapitale
çevrilemedi...ama görebildiğim kadarıyla, onların da sanki böyle bir gayesi ve tasası yoktu.
Altını kalınca çizmek istediğim bir diğer husus da şu: Hizmet kurumlarında vazife yapan, öğretmen veya idareci olarak çalışan, ama aynı zamanda akademisyen de olmak isteyen kimselerin önü açılamadı!
Öğretmenlere, etinden,
sütünden ve yününden istifade edilircesine 40 saat ders anlattırılmakla kalmayıp,
test sorularının hazırlanması, talebe rehberliği, veli hizmeti gibi ektra
sorumluluklar yüklendi. Talebeliğinde hiç bir fedakarlıktan imtina etmeyen
erkek olsun bayan olsun bu cefakar muallimler camiası, memuriyet hayatlarında, çoluk
çocuğa karıştıklarında da tatil yüzü görmeden haftasonları da çalıştı, geceleri
de çalıştı, hizmet etti…Aylarca maaş almadan icra ettikleri öğretmenlik mesleklerinin yanısıra, gerektiğinde okul inşaatında amelelilik, öğrenci yurdunda temizlikçilik ve aşçılık yaptılar, üstüne üstlük karınca kaderince, listede ismimiz eksik kalmasın düşüncesiyle himmet etmeye devam ettiler. Bu, dünyevi bir hesabı olmayan hasbi kimselerin alınyazı fedakarlıktı; şurası kesin ki, kaderleri
kef ile yazılmıştı. Bu kadar yoğun
istihdam olunan, vazifesi yarının Türkiye’sinin aydın kesimini yetiştirmek olan
bu hayat yorgunu öğretmenler gayet tabii sistemli bir kitap okuma ameliyesine
girişemedi, dolayısıyla arzu edilen şekilde kendilerini geliştirmekte
eksik kaldılar. Hatta daha acı söylemek gerekirse, bir kısmı itibariyle de
öğrencilerinin arkasında kaldılar.
Kendi azim, maddi ve
manevi fedakarlıklarıyla, arada tek tük akademisyenlik yapmaya gayret eden
öğretmenlere de okuldaki idarecileri ve diğer öğretmen arkadaşları tarafından
hoş gözle bakılmadı! Bu öğretmenler, her şeye rağmen, bir nevi ‘suçluluk
duygusuyla’ masterlarını yapmaya çalıştı. Master yaparken, tayinen başka bir
eğitim kurumuna gönderildiklerinde kimi yeni idarecileri, kendilerine akademik
meşguliyetleri olabileceği düşüncesiyle onlarla birlikte çalışmak istemediğini
söyledi. Bu konularda konuştuğum kimselere, yıllar öncesinde şunları söyledim:
Hizmet dairesinde olmak illa ki Hizmet kurumunda çalışmak değildir, maişetini
çıkaracağın başka bir iş bul ve çok arzu ediyorsan akademisyenliğe kolları
sıva. Ne var ki, kimisi maddi sebeplerden kimisi de manevi sebeplerden yoğun
muallimlik hayatına devam edip, akademisyenlik hayallerini içlerine gömdüler.
Lafı burda fazlaca
uzatmadan bu yazıdaki ikinci hususu da şöylece toparlayayım: Memuriyet dönemlerinde, aynı zamanda
akademik çalışmalar da yapmak isteyen kabiliyetli, istekli, azimli kimseler de
görev yaptıkları kurularda, idarecileri tarafından genel itibariyle
anlaşılamadı!
Yıllar sonra Hizmet, her yerde peşi peşine üniversiteler açınca yetişmiş insan sorunu ortaya çıktı. Yetişmiş, kendini yetiştirmiş insan sorunu. Fıtri zekavetini ilimle, irfanla terbiye etmiş, medeni, cesur, tek başına ayakta kalabilen, dünyayı bilen insan… Hizmet dairesinde yeterli sayıda akademisyen olmayınca, dışarıdan "bize yakındır" mülahazasıyla bilim adamı ithal edildi. Onların bir kısmının da bu süreçte Hizmet’e ne kadar ‘yakın’ olduğunun görülmesi apayrı bir hikayedir ya!
Yıllar sonra Hizmet, her yerde peşi peşine üniversiteler açınca yetişmiş insan sorunu ortaya çıktı. Yetişmiş, kendini yetiştirmiş insan sorunu. Fıtri zekavetini ilimle, irfanla terbiye etmiş, medeni, cesur, tek başına ayakta kalabilen, dünyayı bilen insan… Hizmet dairesinde yeterli sayıda akademisyen olmayınca, dışarıdan "bize yakındır" mülahazasıyla bilim adamı ithal edildi. Onların bir kısmının da bu süreçte Hizmet’e ne kadar ‘yakın’ olduğunun görülmesi apayrı bir hikayedir ya!
Hani hikayede
anlatıldığı gibi, aslolan “adam olabilmek”tir, amenna! Ne yaptığımız, hangi mesleklerle
iştigal ettiğimiz tali bir husustur. Belirtmeliyim ki, dünden bugüne Hizmet
Hareketi'ndeki insan kaynakları tasarrufu ve istihdamı da, genel itibariyle,
fevkalade başarılıdır, ki zaten dünya çapıda ortaya konan işler bunun birer
ıspatı.
Kafamdaki genel düşünce şu: “Karşımızda alevleri göklere yükselen yangını söndürmek için”, alelacele davranmak zorunda kalınmış, belli dönemlere ve tarihsel bağlamların şartlarına göre, çok çaplı şahsiyetler, üstün dimağlar feda edilmiştir.
Kafamdaki genel düşünce şu: “Karşımızda alevleri göklere yükselen yangını söndürmek için”, alelacele davranmak zorunda kalınmış, belli dönemlere ve tarihsel bağlamların şartlarına göre, çok çaplı şahsiyetler, üstün dimağlar feda edilmiştir.
No comments:
Post a Comment