HUZURDAN ESİNTİLER
Huzurdan Esintiler, Zaman Gazetesi yazarı Ahmet Kurucan’ın Fethullah
Gülen'i ve sohbetlerini anlattığı bir çalışma. 2012’de Işık Yayınları’ndan çıkan
kitap 216 sayfa.
Yazar, Zaman
Gazetesi’ndeki köşe yazıları ile yeni yazılarını bir araya getirmiş. Farklı
zamanlarda kaleme alınan bu yazıların ortak konusu Fethullah Gülen. Ben, bu
takdim ve tenkid yazısında iki hususun altını çizmeye çalışacağım: Öncelikle,
Gülen’in sohbet ortamı Kurucan tarafından nasıl tasvir ediliyor, ikinci
olarak da yazar, “içeriden” bir gözlemci olarak nasıl bir Gülen portresi
resmediyor?
Kitabın mümeyyiz
vasfı, yazarının Gülen’e olan yakınlığı ve dolayısıyla içeriden (insider)
bir bakış açısı sunması... Bu anlamda, Kurucan’ın çalışması, Hizmet
Hareketi’nin umdelerini benimsemiş bir yazar tarafından
Gülen’in nasıl algılandığı ve yorumlandığıyla ile
ilgili önemli ipuçları
ihtiva eden bir belge sunuyor.
Kurucan, gazeteci dili
ve anlatımıyla kaleme aldığı kişisel izlenimleriyle, okura Amerika sohbetlerine
dair duyuşlar, sezişler ve bilgiler aktarıyor. Zaman Gazetesi’nde ve
Gülen’e yakın bir ilahiyatçı yazar tarafından kaleme alınan ve Gülen’i anlatan bu
yazılar, öncelikle ve doğal olarak belirli bir kesime hitap ediyor; bununla
birlikte, rahat okunan ve içten bir anlatımla yazılan kitabın içeriği,
daha geniş bir okur kitlesine de ulaştırabilecek yetkinlikte.
Yazılarda, Kurucan’ın
öne çıkan ilahiyatçı kimliği ve formasyonuyla birlikte, belirgin
bir liberal bakış açısına da sahip olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Yerleşik
anlayışları ve yargıları sorgulayan bir “insider” olmakla birlikte, yazar zaman
zaman “out of box” düşünebilen bir aydın profili sergiliyor. Bunda, yazarın
yıllardır Kuzey Amerika’da yaşıyor olması ve İngilizce’yle entellektüel düzeyde
meşguliyetinin de rolü olmalı...
Fethullah Gülen’in
hayatı ve düşünceleriyle ilgili bilgiler veren, Gülen’in İslam yorumu ve
anlayışına dair ipuçları içeren bu tür çalışmaların özellikle günümüzde önemli
bir yeri ve anlamı var. Nitekim, Gülen çalışmalarında en sık başvurulan temel
kaynaklardan birinin hala, Latif Erdoğan’ın Küçük Dünyam olduğu
unutulmamalı. Bu tür içeriden incelemeler
yazarına ayrı bir sorumluluk yüklerken, aynı zamanda değerli bir belge ve
kaynak olarak da arşivlerde yerini alıyor. Kurucan, gazete yazıları ve
kitaplarıyla Gülen konusunda araştırma yapanlar için önemli bir başvuru
kaynağı.
Huzurdan Esintiler’de Gülen’in Amerika hayatını, nasıl bir yerde
yaşadığını, öğrenci ve misafirleriyle nasıl bir sohbet ortamı paylaştığını
öğrenebiliyoruz. Yazar kimi zaman “bir çay içimi”nde, kimi zaman özel bir
sohbette, kimi zaman bir merdiven başında, “üç beş kişinin olduğu bir
ortam”da konuşulanlardan “kendi hissesine düşenleri” paylaşıyor okurla.
Kurucan, bu gözlemlerini ve hususi paylaşımlarını kaydetmese, belki de bütün bu
yaşananlar sadece oradaki beş on kişinin hatıralarında kalmaya devam
edecekti.
Yazarın, sohbet ortamı
olarak nitelediği mekanlar, misafirlerin ağırlandığı büyük bir salon,
öğrencilerle mutad derslerin yapıldığı bir başka oda ve daha hususi olarak da
Gülen’in kendi odası olmak üzere üç temel iç mekandan oluşuyor. Yazar,
Gülen’in sözlerinin, sohbet halkasındakileri zaman zaman derin bir muhasebe ve
murakebeye, zaman zaman da zengin çağrışımlı bir tefekküre sevkettiğini
belirtiyor.
Kurucan, “ Yine huzurda huzur meclisinde bir huzur arayışındaydık” sözlerinin
yankısını kitap boyunca okura duyuruyor. Sohbet ortamını “şerefini mekininden alan bir ortam” olarak niteleyen
yazar, Gülen’i sohbet mekanının merkez şahsiyeti olarak resmediyor.
Kitapta kendisini düşünen, sorgulayan bir muhatap ve dikkatli bir gözlemci
(participant-observer) olarak konumladığını görebileceğimiz yazar, “ engin bir deryaya dalarsınız Hocaefendi’yi dinlerken”
diyor.
Bu bağlamda yazarı,
üstadının huzurunda adeta bir hikmet deryasından inci mercan toplamaya çalışan
gavvas gibi görmekte beis yok. Nitekim yazar kendisini sohbet ortamında “ pusuya yatmış bir avcı gibi” hissediyor; müdakkik
ve müteheyyiç... Kurucan, Gülen’in
sadece sözlerini değil, susuşlarını ve yüz ifadelerini bile okuyabilecek kadar
yakinlik kesbetmiş onunla. Şöyle diyor bir keresinde:
“Çoğu zaman yaptığı gibi gözlerini bir yere dikti ve düşünceye
daldı. Benim bu türlü atmosferlerde bir müşahedem bir de hissiyatım var.
Müşahedem şu: Eğer Hocaefendi böyle derin düşünceye dalıyorsa, sonrasında
söylediği ve söyleyeceği sözlerin ayrı ayrı bir derinliği oluyor. Hissiyatıma
gelince; gözünü diktiği yerin perde arkasına vakıf oluyor gibi geliyor
bana.”
Yazara göre “ dertli sinenin kırık mızrabıyla sazının bam telinden çıkarttığı
nağmelerin” inlediği böylesi bir sohbet ortamının hakkını
verebilmek kolay değil! Burada eskilerin “Kurb-i
sultan, ateş-i suzan” sözünü hatırlamamak mümkün değil! Gülen bu
sohbet ortamlarında “ her zaman mahzun, her zaman
mağmun, her zaman kederli”dir.
Kitaptan sohbet ortamına
dair edindiğimiz en ilginç ayrıntılardan biri, aynı zamanda Gülen’in bir
hassasiyetini de vurguluyor; şöyle diyor Gülen: “Geceleri
kalkmayan, gözyaşlarıyla yalvarmayan gelmesin bu salona.” Huzurdaki
manevi mesuliyetin ve ağırlığın bilincinde olan Kurucan, “ böylesi atmosferde başlar yere eğilir” diyor.
Yazarın, kitap boyu, okurunu da manevi havası böylesine kesif olan sohbet
ortamına dahil etme gayretinde olduğu seziliyor.
Kitaptan Gülen’in sohbet
tarzı hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Öncelikle, şüphesiz ki Gülen bir
sohbet adamı, yine eskilerin diliyle kendisi bir “ meclis-ara”… O,
cocukluğundanberi Doğu’nun maneviyat önderlerinin huzurunda tesahüp
ettigi sohbet adabını, kendine özgü dili ve üslübuyla ( vernacularization) cami
kürsülerinde, kahvehane ortamlarında ve konferans salonlarında temsi etti. İlgi
alanı dini konularla sınırlı kalmayan Gülen, pozitif bilimlerin ve sosyal
bilimlerin çesitli alanlarında fikir beyan edebilecek bir birikime sahip.
Onun sohbet tarzını en iyi anlatacak kelimelerden biri de fasıldan fasıla olmalıdır, ki bu durum
Kurucan’ın kitabında da ziyadesiyle aşikar. Ele aldığı bir konuyu ayrıntıda
boğulmadan, eklektik ve holistik bir nazarla irdeleyen Gülen’in bu özgün
yaklaşımının çeşitli örneklerini Huzurdan Esintiler’de
de görebiliyoruz.
Gülen,
sohbetlerinde zaman zaman farklı metodlar deniyor. Soru cevap bu
yöntemlerden biri. Sözgelimi, mutad tefsir derslerinde ilahiyatçı öğrencileri
kendisine çok cesur sorular yöneltebiliyor; Gülen de meclistekilerle bir
müzakere üslübu içinde karşılıklı konuşuyor ve onlara sorular soruyor. Mesela,
aniden bir doktora:
“Vicdanın sınırı var mı
?” diyebiliyor; ya da: “ Niye yalan söylüyoruz? Söyleyin
bana, kaç insan var milimi milimine hayatı İslami esaslara göre yaşayan ? Kaç
insan var, haramdan yalandan çıyandan kaçar gibi kaçan? Kaç insan var İslamın
dertleriyle geceleri uykularını terk edecek kadar dertlenen? Evet, niye yalan
söylüyoruz o zaman?” sorusuyla hem eleştirel hem de sitemkar
bir soru yöneltebiliyor çevresindekilere; her birinin simasını derin derin
süzerek… Bu anlamda, Gülen’in sohbetleri her zaman tek taraflı olmayıp,
mütalaalı ve müzakereli bir doğrultuda seyredebiliyor.
Peki, Ahmet Kurucan, Huzurdan Esintileri’nde nasıl bir Gülen portresi
yansıtıyor bizlere?
Kitapta yazarın Gülen’i
bir din bilgesi, arif ve maneviyat yücesi olarak nitelediği çok sayıda sıfat
var: “dua abidesi, içinde değirmen taşları dönen biri” bunlardan
sadece bir kaçı. Yazara göre, Gülen’in İslami yorumunun ve geliştirdiği hizmet
modelinin merkezinde insan var; Gülen insandan sadır olan her güzelligi de son
tahlilde Asl’a, yani Allah’a bağlıyor. Kitaptan edindigimiz Gülen portresi şu:
Gülen, yıllar boyu
iktisab ettiği ilmi ve deneyimsel müktesebatını haddeden geçirdigi nazik bir
üslupla, “ taze- zeban” bir dille “ hikmet-feşan” bir edayla, açılmayı
bekleyen “çekirdek düşünceler” biçiminde serdediyor sohbet meclisinde.
Kurucan’ın buradaki tasvirleri, Nihat Dağlı’nın Gülen’le ilgili, yeryüzünde “ şairane oturan” kadim ozan teşbihini de hatıra
getiriyor.
Kurucan Gülen’in
sohbetlerdeki bu şairane ve hikemi tarzını şöyle açıklıyor: “Birer cümlelik, eskilerin sehl-i mümteni denilen tarzda çok kolay söylenen
sözler bunlar, ama muhtevaları oldukça derin. Dini , tarihi, psikolojik ve
sosyolojik açıdan derin tahliller yapılabilecek tespitler.”
Kitaptan Gülen’in
halet-i ruhiyesinin sürekli değiştiği öğreniyoruz.; gün içinde gelişen
olayların yoğun tesirinde kalabiliyor Gülen. Sözgelimi, seyretiği bir haber,
gördüğü bir rüya ya da kafasına takılmış herhangi bir husus Gülen’in
halet-i ruhiyesini, dolayısıyla da sohbet meclisinin modunu tamamen
değiştirebiliyor…Gülen, çay içme aralarında, müsahabe fasıllarında sohbet-i
Canan’a yaptığı yerinde girizgahlarla sözü asıl yörüngesine oturtmaya özen
gösteriyor. Kah Erzurum’dan kah İzmir’den hatıralarla tatlandırdığı sohbetlerde
edebi, dini, fikri, felsefi konulara giriliyor, bununla birlikte
mikro ve günübirlik politika konuşmaktan kaçınılıyor. Sohbetlerinde,
özgün bir üst dille konuşan Gülen’in, hareketin kültürünü, vizyonunu ve
misyonunu ilmek ilmek yeniden bu üst dil ve anlatımla kurguladığını fark
ediyoruz. Kurucan’a göre, her dem yeniden doğan, Allah’a her an bir kez daha
inanan ( tecdid) Gülen, suretine ve siretine rengini vermiş bütün hüzün ve gama
rağmen, meclisindekilere ümit aşılıyor. Hatta zaman zaman Kurucan’ın bile
ümitsizliğe kapıldığı demlerde Gülen, her zaman ümit ve recaya giden bir kapı
aralıyor; mesuliyetinin farkında biri olarak, dinleyenlerini ve izleyenlerini
meyusiyet gayyasına salmıyor. Yılmamak gerektiğini söylüyor, mümine düşen
görevin “ nefreti kırmak ve kalpleri yumuşatmak”olduğunu
hatırlatıyor.
Aynı zamanda Gülen’in
günlük hayatında bazı ilginç itiyatları olduğunu da öğreniyoruz kitaptan.
Gülen, kullandığı kağıt havluları kurutup daha sonra, onları başka
amaçlar için kullanıyor. Bu örnekle de yazar, Gülen’i muktesid,
duyarlı ve çevre dostu bir sahsiyet olarak resmediyor.
Hareket’in tanımlanması,
tesmiye ve tavsifiyle ilgili farklı mülahazalar 2000’li yılların başından beri
sürüp gidiyor. Kurucan’dan bir kez daha öğreniyoruz ki; Fethullah
Gülen, hareketin kendi ismiyle anılmasına kesinlikle karşı: “Şahısları putlaştırmayın!” diye bir uyarıda
bulunuyor. Bu arada, ilerleyen zamanlarda, hareketi doğru anlayanlarla
birlikte, yanlış anlayanların hatta düşmanlık besleyenlerin de
olabileceğini öngören Gülen, bu tür durumlarla nasıl başa çıkılabileceği
konusunda şunları öneriyor: “Tevazuyla, mahviyetle, muhatabı
kıskançlığa sevketmeden, tavrımızı bozmadan, çizgimizi değiştirmeden, İslami
karekterimizden taviz vermeden devam edelim.”
Gülen’in sohbetlerini
dinleyenler, son zamanlarda onun en küçük sohbet fasıllarını bile bir mısra-ı
bercesteyle, Akif’ten bir manzumeyle, divan şiirinden hikemi bir beyitle,
Fuzuli’nin aşıkane ama muztarip gazelleriyle süslediğini, hatta sohbetini bu
şiirlerle örgülediğini, mesajını bu mısralarla temellendirdiğini
farkeder. Bu bağlamda, Kurucan’ın Huzurdan Esintiler kitabının
da bana kalırsa en güzel özetini Nail-i Kadim’in şu beyti veriyor:
“
Yıkanlar hatır-ı naşadımı ya Rab şad olsun
Benimçün namurad olsun diyenler ber-murad olsun”.
Benimçün namurad olsun diyenler ber-murad olsun”.
Burada Gülen, hoşgörü
felsefesini bir 17. Yüzyıl şairinin sözleriyle en bedii şekilde ifade ederken,
engin gönül dünyası, Allah’a tevekkülü ve inkiyadı ile birlikte biganeliginin
ve teslimiyetinin de altını çiziyor.
Gülen, sohbetlerinde
yeri geldiğinde eleştiriler de yapıyor. Kitaptan anladığımız, bu eleştiriler
daha çok hareketin içindekilere yönelik. Şu bir kaç iktibas bu minvalde
değerlendirilebilir:
“Kemmiyet planındaki çoğalma
ölçüsünde keyfiyet planında derinleşme yok. Aksine sığlaşma var. Böyle bir toplum,
büyük ideallerin altından kalkamaz.”
“ Şahsi istikbali adına
beklentisi olanların samimi olmaları düşünülemez. Nefsiyle yaka paça olmayan
başkalarının yakasından elini çekemez.”
“ Allah’ım beni bana unuttur ve
kendimden bahsetmeyi bana kerih göster.”
Kitapta, Gülen zaman
zaman, kültür müslümanlığından, şekil müslümanlığından, merasim
müslümanlığından da söz ederek iğneyi muhafazakar kesime batırmaktan da
çekinmiyor. İşte tam da burada, Akif’in “ Müslümanlık
nerde......”nidalari ile kulaklarımız çınlıyor!
Kitabı okurken altını
çizdiğim bazı satırları aşağıya alıntılayacağım. Birer vecize
kıvamındaki sözler kitapta resmedilen Gülen portresi ve onun düşünce ve duygu
dünyası ile tavrı hakkında ipuçları verebilecek mahiyette:
“ Allah insanlara her zaman
yakındır. Esas uzak olan insandır. Cismani istekleri, arzuları, hırsları insanı
Allah’tan uzaklaştırır.”
“ Önce plan ve program; sonra
lütuf ve ihsan.”
“ Belki bir gün biz de insan
oluruz.”
“ İyiyim desem yalan olur.
Kötüyüm desem şikayet olur. Kötü değilim demek en iyisi.”
“İnsaf dinin yarısıysa,
insafsızlık da dinsizliğin yarısıdır.”
Yazıyı
noktalamadan önce, bir hususa daha değinmek isterim. Gülen’i ziyaret etmek,
sohbet meclisinde bir müddet zaman geçirmek, sonra da bu kişisel deneyimleri ve
gözlemleri yazmak ve yayımlamak son yıllarda başvurulan bir yöntem haline
geldi. Özellikle İsmail Ünal’ın Amerika’da Bir Ay, Osman
Şimşek’in İbretlik Hatıraları ve Ahmet
Kurucan’ın Huzurdan Esintileri ilahiyatçılarca
yazılmış ve Gülen’in Amerika hayatından sahneler yansıtan eserler. Üç
yazarın ortak özelliklerinden biri, hepsinin ilahiyatçı olması.
Keşke, farklı
disiplinlerden gelen yazarlar da Gülen’in sohbet meclislerinde yer
alabilseler, gerek sohbetlerin gerekse Gülen’in sahsiyetinin ve düşüncelerinin
farklı yönlerini ve boyutlarını da yansıtsalar…Mesela bir Ali Çolak, Tahir
Taner, Nihat Dağlı, Sait Türkoğlu, Zekeriya Kantaş, Hüseyin Say, Mehmet Erdoğan
veya Harun Tokak gibi yazarlar da Gülen’in yanında bir müddet
kalsa, bu tecrübelerini daha farklı bir dil ve üslupla okurla paylaşabilse!
Son tahlilde, Kurucan,
deneme, sohbet ve fıkra türlerinin bir karışımı ve hatta yeni de
denebilecek bir yazı türüyle; hisli ve yüksek sesle okunacak bir
tarzdan ziyade akla ve mantığa seslenen bir üslupla, Gülen’in Amerika
sohbetlerinden yansımalar sunuyor; geriye önemli bir belge bırakıyor.
Ben, sonsözlerimi,
kitaba önsöz yazan Harun Tokak’ın Gülen’in sohbetlerinin önemini
vurgulayan ve ziyadesiyle şairane ve şahane bulduğum şu ifadeleriyle noktalamak
istiyorum:
“Ben hayalleri köyünün dağları ile sınırlı kuru bir ağaçtım. Karlı fırtınalı bir günde o sohbet pınarına ulaşıp da gözgöze geldiğimizde bahar görmiş bir dal gibi damarlarıma can yürüdüğünü hissettim. O sohbetlerle sahabe ruhu yeniden canlandı da yeni dönemin ışık süvarileri kendilerini hicret yollarına vurdu”
No comments:
Post a Comment