Ezansız Ülkeler…
Emr-i
bülendsin ey ezân-ı Muhammedî,
Kâfi değil sadâna cihân-ı Muhammedî.
Kâfi değil sadâna cihân-ı Muhammedî.
Yahya Kemal
Ezan, şadırvan,
serviler…
Çocukluğumun cennetasa
günlerinden havalanan üç beyaz güvercin…Köyün
imamı Eyüb hocamızın billur sesiyle aydınlanan kış sabahları ve yine yaz gecelerini kah hüzünlendiren
kah inşiraha gark eden, sonra geceye Rahmaniyet boyası çalan, bütün Biga ovasını yunup yıkayan yatsı ezanları…Dağdaki kurdun kuşun, ovadaki çobanın rikkat kesidiği yatsı ezanları...
Sonrasında, çocukluğumun İstanbul’u… Muhrik ve davudi nağmeleriyle, hoş edalı,
latif sedalı müezzinlerin çınlattığı payitaht semaları…Gecesinde ışıl
ışıl minarelerin, gündüzünde serin serin asır-dide
servilerin, cami avlularındaki mütelaşi güvercinlerin, Haliç’inde çarpana çalan
bi-karar sandalların…cümle mahlukatın, hep birden kulak kesildiği ruhani bir
musikiydi İstanbul’da ezan… Ruh-ı revan-ı Muhammedi şehbal açarken, gökler
yüzlerce minareden nura gark olurdu dembedem. Ah bir de yolunuz Selatin camilerinin sath-ı sailine düşerse, o ruhları yakıp kavuran ezan musikisi...
Bugün gurbet illerde,
bir müslümanlık sabahında uyanıyorsam eğer, ve “anne millet”e vefa hisleriyle dolup taşıyorsam her daim, gökkubbemde çağıldayıp duran işte bu ses ve renk cümbüşünün hayalhanemde
kalan tortusunun payı büyüktür!
Yahya Kemal,
Ezansız Semtler yazısında, "Biz
ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek
muhitten çok sonra ayrıldık. Biz böyle bir Sabah Namazında anne millete
dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, Frenk terbiyesiyle
yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayamayacaklar!" der.
“Kendi Gökkubbemiz” şairi, zamane
İstanbul’unun yeni semtlerinde cami ve minare olmadığından, dolayısıyla da bu
semtlerin Türk müslümanlığının maneviyatından mahrum olduklarından yakınır; bu
modern semtlerde doğup büyüyen
çocukların milli ve manevi değerlerden nasipsizce büyüdüklerini haykırır
acı acı o Tek Parti döneminin hüşunetli yıllarında...
Nicedir gurbetteyim..
Gurbet illerde, ezan sesinden mahrum yaşıyorum!
Günler, haftalar,
aylar değil, yıllarca ezandan, onun diriltici nağmelerinden mahrum kaldım...
Telefonlardan,
bilgisayarlardan dinlediğimiz mihaniki seslerle yetinmek zorundayız! Şükür ki,
bizler Anavatandaki ezan sesleriyle büyüdük. İçimizde hiç olmazsa bir “zevk-i tahattur” var.
Ya gurbet ellerde
doğup büyüyen çocuklarımız! Amerika’da, Kanada’da, Avrupa’da, Avustralya’da
doğup büyüyen genç nesiller!
Bu gece bir Berat kandili daha idrak ettik gurbet illerde. Camiide anne ve babaları
ibadet ile meşgulken, kendileri cami avlusunda koşuşturup duran, İngilizce
konuşan, birbirleriyle oynaşan, gülüşen, hoşça vakit geçiren çocuklarımız...bilinçaltlarına şu anda hangi ruh ve mana tohumlarının serpildiğinden çok da emin olamadığımız
çocuklarımız...Onları istikbalde ne ayakta tutacak!
İşte ezan bu değerlerden biri...Ezanın ihtar edici, terbiyevi,
davetkar, dinlendirici, düşündürücü, huzur verici neşve ve manasından mahrum nesilleri, çocuklarımızı
düşündüm...Beş vakit ezanın sırılsıklam maneviyetini duyamayan bizim çocuklarımızı. Onlar Anayurda, tatile
gittiklerinde duyabiliyorlar minare minare yükselen ezanları. Ama gurbette
gündelik hayatın hayhuyunda zamanla ezansızlık kanıksanıyor; ezansız geçen yıllarda
neler kaybedildiği de hissedilmez oluyor. Bilinçaltlarındaki bu lahuti sedanın
yokluğu, ruhlarında da telafisi kabil olmayan boşluklar bırakıyor onların. Aynı
yetişkinlerde, bizlerde olduğu gibi... Mazimizden devşireceğimiz ve yeni bir
kimlik inşa edebileceğimiz ruh ve mana köklerimizin en somut ve müessir
taşıyıcılarından olan ezan, gurbette yaşayan çocuklarımızın zihinsel, duygusal ve
sosyal sıhhati için elzemdir. Gurbet ellerde Ezanın minarelerden beş vakit
okunması gerektiği değil söz ettiğim. Ezanın eksikliğine dikkat çekmektir.
Zamanla da bu eksikliği kanıksamamızdır.
Dostlar,
farkındayız ya da değiliz ama gurbet illeri garip kılan ezansızlıktır. Muhiti
munisleştiren ezan, hangi inanmış ruhu sarıp sarmalamaz, hangi derbeder ve
mürde kalbi tutup elinden kaldırmaz ve hangi müminin ruhunu sarsmaz ki! Ezan
değil midir toplayan insanları bir araya, omuz omuza verdiren, aynı maksada
tevcih eden, Hz. İnsan’ı ümmet kılan...
Ezansız Ülkeler’de hayat
betonarmeler arasında, kah kilise çanları eşliğinde, kah trafik uğultularıyla
kendi dağdağası içinde geçip gidiyor.
Arasıra
kulaklarımızı aşina bir ses okşar da, irkilir kalırız acaba ezan mıydı diye.
Heyhat ki, bu bir hayal-i muhaldir, bir seraptır!
Üsküplü Yahya Kemal, uzun yıllar kaldığı Paris’ten en sonunda
eve geri dönebildi. Bir inhiraf
dönemi yazar ve şairiydi o; ancak “hane-i saadetine dönen bir adamdı”. Belki de
ciğerlerinde “Rakofca kırlarının hür
havası”, kulaklarında da Üsküb’ü sokak sokak, mahle mahle istiap eden o ezan nağmeleri vardı.
Peki, acaba Ezansız Ülkeler’de imrar-ı hayat eyleyen
bizim çocuğumuz “kökler”ine sadık kalacak mı, yuvaya dönebilecek mi? Bir
kutlu seherde, sabah ezanıyla uyanacak mı?
No comments:
Post a Comment