DOĞU
ERGİL: 100 SORUDA GÜLEN VE HİZMET HAREKETİ
Son gelişmeler ışığında bakıldığında görülüyor ki,
belli çevrelerde Fethullah Gülen’in şahsına,
düşüncelerine ve Hizmet’e karşı beslenen olumsuz
yargılar ötedenberi
sözkonusuydu
ve uygun bir zemin bulur bulmaz da yüksek sesle ve ısrarla dile getirilmeye
başlandı. Sözkonusu kesimler, Hizmet’e saldırabilmek için adeta uygun bir ortam
bekliyordu. “Saldırı“ kelimesini kasden kullandım, çünkü ileri sürülen
iddialar ve bu iddiların dile getiriliş tarzı, eleştiri sınırlarını aşalı bir
hayli zaman oluyor. Türkiye’de 1980’li yıllardan itibaren etkisini hissettiren,
şimdi ise artık küresel bir etki gücüne ve etkinlik alanına sahip ve Türkiye merkezli
bir toplumsal hareket olan Hizmet hakkında, Türkiye’de yeterli sayıda ve
nitelikte uzmanın olmaması, mevcut tartışmadaki bilgi kirliğini artırıyor.
Belirtilmeli ki, daha önce Hizmet’in içinde bulunmuş,
hatta yönetici kadrolarda görevler üstlenmiş, sayıları da fazla olmayan kimi
isimlerin, Hareket hakkındaki konuşma ve değerlendirmeleri ilginç bilgiler
ihtiva ediyor. Ne var ki, bu isimlerin yaklaşık 10-15 yıl gibi uzun bir süredir
çeşitli sebeplerden dolayı Hizmet’ten uzak kalmaları, konuşmalarında sık sık
bireysel meselelerini bir hesaplaşma üslubuyla dile getirmeleri, kendilerini,
Hareket hakkında, güvenilir ve soğukkanlı “içeriden”
bir perspektif sunmaktan uzak kılıyor; son tahlilde de hem söylediklerinin
muhtevasını hem söylemlerini sorunlu bir duruma sokuyor. Hareket ile ilgili aleyhte
yayın yapan bazı basın yayın organlarına zengin denebilecek malzeme
tedarik eden bu isimlerin Hareket’in bu gün geldiği konum ve
sahip olduğu kapasite ve potansiyelle ilgili değerlendirmelerinin zayıflığı,
isabetsizliği ortada...
Hükumet ile Hizmet arasındaki mahut “tartışma”da
aslolanın olgu ve bilgiden ziyade algı olduğu daha en başlarda kendini belli
etmişti. Medyada bu konuda kitaplar dolduracak bollukta bir literatür şimdiden
birikti bile. Yazılanların çoğu ne yazık ki kara propaganda mahsulü. Yalan
yanlış bilgi kırıntılarının manşetlerde yer bulduğu bu süreçte yazıp çizen pek
çok kimse Gülen’in hayatını, eserlerini ve Hizmet’ini ana kaynaklarından,
birinci derecede önemli belgelerden okuyup değerlendirme zahmetinde bulunmuyor.
Gazetecileri bırakalım bu konuların uzmanı olarak görüş beyan eden kişilerin de
çoğu buna dahil! Kasden veya bilmeyerek,
sistemli ve stratejik olarak fabrikate edilmiş algılara teslim etme
kolaycılığına düşülüyor!
Gittikce siyasi bir zemine kayan- kaydırılan, son
zamanlarda da Gülen’i bir örgüt lideri, Hareket’i de bir yasadışı bir örgüt olarak yansıtma gayretleriyle daha da illetli bir seyir takip eden bu tartışmada, fikirlerin,
olayların, durumların ve kişilerin belgeler ve ana metinler ışığında, soğukkanlılıkla
ele alınması çok önemli. Sesi daha gür çıkanın, ağzı daha güzel laf yapanın ve
kalemi daha güçlü olanın… haklı gibi algılatılması büyük haksızlık. Olayları
daha yansız, hakkaniyetli ve en önemlisi de belgelere dayanarak analiz etmenin
ihtiyacı ortada.
Bu meyanda, kimi akademisyenler, tartışmayı
biçimlendirebilme yetkinliğine ve potansiyeline sahip çalışmalarıyla literatüre
katkıda bulunmaya devam ediyor. Siyaset Bilimci Prof. Dr. Doğu Ergil’in
hazırlığı ve 2.5 yıllık bir emeğin mahsulü olan 100 Soruda Fethullah Gülen ve
Hizmet Hareketi adlı çalışma,
bu minvalde değerlendirilmesi gereken ve bu tartışmada uzmanından, gazetecisine
ve ortalama okura kadar herkesin rahatlıkla baş vurabileceği kaynak eserlerden
biri haline geldi. Tarafgirlik ya da hüsumet hissiyatından uzak, duyarlı bir
sosyal bilimci titizliğindeki Doğu Ergil’in 2010 yılında Timaş Yayınları’ndan
çıkan eserindeki tespitlerinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Ergil, Zaman’a verdiği röportajında çalışmasının
amacını şöyle açıklıyor:
“Bu
kitabı hazırlamam için üç neden var:
Birincisi, adından
en çok söz edilen ama bir mevki, makam veya resmi sıfatı olmayan kişi hakkında
çok az şey biliyoruz. Dolaşan rivayetler de ciddi bir araştırmaya dayanmaktan
uzaktı veya yazılanlar genellikle cemaat içindendi. Bu boşluğu doldurmak bir
soysal bilimci için iyi bir meydan okumaydı.
İkincisi, devletin
başat aktör olduğu Türk toplumsal hayatında ilk kez böylesine bir sivil toplum
örgütlenmesine şahit oluyorduk ve onun oluşum ve gelişme dinamikleri hakkında
neredeyse hiçbir somut bilgiye sahip değildik.
Son olarak
Fethullah Gülen Hareketi, Türkiye'nin en büyük ihraç ürünüydü ve biz dünyaya
devlet desteği olmadan açılan ve sürdürülebilirliğini kendisi sağlayan bir
başka gayri resmi oluşum görmemiştik. Nedir, nasıldır sorularına yanıt
arayacağımıza rivayetlerle yetiniyorduk. Artık birisinin, hem de "laik
kesim"den birisinin bu konuda bir şeyler yapması gerekiyordu.”
Ergil, çalışmasını soru cevap şeklinde düzenlemiş.
Kitabındaki yüz adet sorunun cevaplarını Gülen’in eserlerinden ve iki kez de
Gülen ile yaptığı özel mülakatlarından ve sohbetlerinden derlemeye çalışmış. Bu
cevapları, kendi yorum ve analizleriyle de zenginleştirmiş, süslemiş. Kitabında,
Gülen fenomenini anlamaya çalışan yazar, yararlandığı kaynakları şöyle
açıklıyor:
“Birisi doğrudan
doğruya Gülen Hoca'nın kendisi. Bundan üç yıl önce kendisine düşünceleri ve
ilham verdiği harekete ilişkin Türk okurunun aşina olduğu "100
soruda" kitapları cinsinden bir çalışma yapsam sorularıma yanıt verip
vermeyeceğini sordum. "Tabii veririm." dedi. Bunun üzerine yüz soru
hazırladım ve kendisine takdim ettim. Bu arada bir keresinde 3 gün süren,
diğerinde bir gün süren iki ziyaretim sırasında uzun uzun konuştuk”
Kitabın son bölümünde Hareket’i
tarihsel perspektiften ele alan Ergil’in, Ahilik teşkilatı ile Hizmet arasında
bezerlikler bulması, Hizmet’i Yunus ve Yesevi çizgisinde konumlaması ilginç. Ergil, “Gülen öğretisindeki kuvvetli
milli damar hemen sezilir” (31) diyerek
Hareket’teki Türkiye Müslümanlığının kültürel referanslarını kısaca da olsa veriyor. Ergil’in Hareket’le ilgili üzerinde durduğu hususlardan biri Türkiye
Müslümanlığı konusudur, ki kanaatimce konuyla ilgili çeşitli çalışmalarda da
değinilip geçilen bu hususun çok daha derinlikli ve analitik bir biçimde ve
tarihsel bağlamlarında ele alınması gerekmektedir.
Ergil’e göre Gülen İslam’ın evrensel bir din olduğunu
söylemesine rağmen Türklerin kendi
örf ve adetlerini koruyarak İslamiyeti benimsediklerini söylemektedir.
Gülen, Anadolu Müslümanlığından memnundur, Osmanlı örneğini ve tecrübesini çok
önemseyerek bu dönemi Türk Müslümanlığının parlak bir dönemi olarak görür.
Aşağıya Dr. Ergil’in çalışmasından altını çizdiğim
bazı tespitlerini aktarıyorum:
“ Ülkemizin içine düştüğü siyasal
kargaşa , toplumsal huzursuzluk, güven ve dayanışma duygusunun eksilmesi ve
ahlaki yozlaşma, Gülen’i giderek daha net duyulur kılmıştır. Gülen, salt
milliyetçiliğin dolduramadığı boşluğu, sosyal içerikli dinsel mesajlarla
doldurmaya çalışmış, toplumsal seferberlik heyecanını ve ulusal dayanışma
arzusunu duymaya susamış kitleleri hareketlendirmeye çalışmıştır”. (10)
Bu husus, sadece Ergil’in değil, Gülen ile ilgili
çalışmalarında Hakan Yavuz’un, Enes Ergene’nin ve Ali Bulaç’ın da
üzerinde durduğu, 1960’lardan itibaren değişen Türkiye’nin sosyal, siyasal
ve ekonomik bağlamını iyi tahlil eden ve bu bağlamın yarattığı modern
ihtiyaçları iyi tespit eden Gülen’in, süreç içinde bu ihtiyaçlara en doyurucu
cevaplar üreten bir dini lider olduğu tespitidir. Ergil’in kitabında bu tezini destekleyen epey örnek var. Mesela şöyle diyor
Ergil:
“Genel olarak Ege ve Marmara
bölgesi, son yıllarda Anadolu’dan yoğun göç almıştı. Geleneksel bir yaşam
biçiminden gelen ve farklı, daha modern bir dünyaya uymak durumunda olan
bireyler ve aileler, getirdikleri değerlerle kent yaşamının gerektirdiklerini
uyumlu kılmanın zorluğunu yaşıyorlardı. Geleneksel değerlerle modern dünyanın
beklentileri arasındaki uyumsuzluğu aşacak yorumlara şiddetle ihtiyaç
duyuyorlardı... aradıklari yorumcuyu Fethullah Gülen’nin şahsında buldular”. (12) “Gülen
Hareketi herşeyden önce değişimi okumayp başarmış görünmektedir”. (28)“Fethullah Gülen bir Türk
rönesansı önermektedir ve bunun için önce toplumumuzun kendi içinde barışa ve
huzura kavusması gerektiğini savunmaktadır”. (10)
Gülen’in 1960,1970 ve 1980 darbeleri öncesi ve
sonrasında kaleme aldığı
yazıların ve verdiği vaazların muhtevası iyi bir tahlile tabii tutulduğunda
görülecektir ki, Bediüzzaman’ın “Müspet Hareket” anlayışını toplumsal meselelere
bakışında temel felsefe ve tutum olarak kabul eden Gülen’in, gençlere
barışçıl ve birlik beraberlik içerikli mesajlar vermeye gayret etmiştir.
“Ünü giderek artan Gülen, etrafında
geniş kitlelerin manevi anlamda saf tuttuğu bir aşamada kritik bir karar vermek
durumundaydı. Bir toplum önderi olarak insanların günlük hayatlarını yönetecek
ve dolaylı da olsa siyasi bir rol mü üstlenecekti. Yoksa maneviyatı tercih
edecek ve insanlara yaşam, ahlak ve inançla ilgili alanlarda kendi tercihlerini
yapmaları için ilham mı verecekti? Fethullah Gülen Hocaefendi ikinci yolu
seçti”.
(12)
Gülen’in 1960’ların sonunda Necmettin Erbakan
tarafından kendisine önerilen siyasete girme teklifini, eğitime öncelik ve
ağırlık verme gerekçesiyle reddetmesi, onun Nur Hareketi’nin temel
karekteristiklerinden olan siyasete mesafeli durma anlayışı ile ilgili olduğu
söylenebilir. Bu konuda kitaptan bir kaç alıntı:
“Gülen Hareketinin mensupları,
kendilerini kimilerinin görmek istediği veya iddia ettiği gibi siyasal
bir hareket olarak nitelendirmiyorlar. Hatta bunu özenle ve kesinlikle
reddediyorlar. Nitekim Gülen de sık sık siyasetin yozlaştırıcı ve insanları
birbirinden uzaklaştırıcı etkisinden bahsediyor” (35)
“İlk bakışta çok iddialı bir proje.
Ama Hareket bunu ne bir devrimle ne de siyasal bir programla gerçekleştirmek
niyetinde. Gülenin kendisi asıl devrimin insanın içinde gerçekleşmesini
savunuyor.”
“Fethullah Gülen Hocaefendi için
olgun bir toplum, soran, sorularına yanıt arayan, üreten bir toplum olduğu kadar,
paylaşıma önem veren, güçsüzünü ve mahrumunu gözeten ama aynı zamanda yukarıdan
gelen kararları eleştirel bir tavırla değerlendiren; onların yanlışlarına karşı
çıkan ve yönetenleri sürekli alternatif çözümlere zorlayan vatandaşlardan
oluşur” (22)
Ergil’in bu tespiti önemli; çünkü Gülen Hareketi araştırmalarında Hakan Yavuz,
Joshua Hendrik ve Yavuz Çobanoğlu gibi Hizmet’e eleştirel bakan
akademisyenlerce en çok üzerinde durulan yönlerinden biri, Hareket’in özgür
düşünceler üretebilen, sorgulayabilen bireyler yetiştirememesi. Burada,
Ergil’in diğer araştırmacılarca sıklıkla altı çizilen bu hususları daha
argümantatif ve analitik biçimde tartışması, Hareket’in yapısı içinde birey’in
yerinin nasıl belirlendigini ve yine birey’in cemaate teslim olmadan özgür
iradesini korumayı nasıl başarabileceğini Gülen Hareketi örneğinde daha geniş
kapsamlı irdeleyerek tartışmaya önemli bir katkı sağlayabilirdi.
“Said Nursi ve Risale-i Nur
külliyatının Fethullah Gülen Hocaefendi ve hareketi üzerindeki ciddi etkisi
olmuştur. Ama bu etkinin manevi ve ilham boyutunda olduğu görülmektedir. Gülen
Hareketinin praksisi daha çok kendine özgüdür ve günümüz şartlarından hareketle
oluşturulmuştur. Dolayısıyla Gülen sistematiğinde Nur Hareketinin etkisi
doğrudan ve organik değildir” (25)
Yine literatürde en çok konuşulan konulardan biri olan
Said Nursi ( Risale Nur, Nur Hareketi) ve Fethullah Gülen münasebetleri, aynı
zamanda hakkında doyurucu mahiyette en az analizlerin yapıldığı alanlardandır.
Bu hususta da Nursi ve Gülenin düşünceleri ve hareketleri kendi tarihsellikleri
içinde ve daha geniş bir sosyal ve entellektüel tarih zemininde mukayeseli
olarak incelenmeyi bekliyor.
Ergil aşağıdaki tespitlerinde Gülen Hareketi’nin temel
özelliklerini de ortaya koyarken, Hareket’in kendisinden önce gelen herhangi
bir hareketin devamı mahiyetinde olmadığını belirtiyor:
“Gülen Hareketi içinde yer
alanlar, kendilerini daha önceki bir hareketin ne devamı ne de uzantısı olarak
görürler.Bu bir Türkiye olgusudur ve ülkenin belli bir konjonktüründe
kendi değerlerini kendisi yaratmış, hedeflerini kendisi belirlemiştir” (26)
“Daha önce Türkiye’den kendini
ulusal sınırlarını aşan böylesi bir toplum hareketi çıkmamıştır” (26) “Çağdaş bir
toplumsal olgu olmasına rağmen Gülen Hareketi İslami bir hareket olarak
görülür. Bu doğru bir tespittir. Ancak söz konusu hareket, eylem ve
uygulamalarıyla bir din veya inanç kümesinin sınırlılıklarını aşmıştır.Bu
özelliğiyle diğer çağdaş İslami hareketlerden ayrılır” (27)
“Gülen, hayatını dinin
esaslarını anlamaya, yorumlamaya ve dindar bir insan olarak çıkardığı
dersleri başkalarıyla paylaşmaya adamıştır. Bu temeldir” (30)
“Söylem ve eylemleri bir süreç
içinde değerlendirildiği zaman, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin gelenekle
moderniteyi uzlaştırmaya çalıştığı görülür. Ona göre modern toplumun üç
önemli özelliği vardır: Toplumsal uyum, üretkenlik-çalışma ve
ahlak” (30)
Ergil’e göre, Gülen Hareketi:
1- İçe kapalı değildir.
2- Otoriteyle kavgalı değildir;
farklılıkların harmonisini savunur.
3- Dışsal, yani zorlayıcı bir ahlak
anlayışına sahiptir. (33)
Ergil, Gülen’in ve Hareketi’nin motivasyonunu ise
şöyle açıklıyor:
“Gülen için mesele açıktır. Allah
sevgisi ve onun buyruklarına uyma. (37)
Ergil, Gülen ve Hareketinin ahlak anlayışının
bileşenleri 7 maddede tasnif etmiş:
1- Benimsenmiş, özümsenmiş ahlak anlayışı
2- Tebliğ
3- Temsil
4- Toplumsal birlik ve toparlanma ideali.
5- El verme veya başkasını destekleme
ideali
6- Fedakarlık
7- Hakka ve halka hizmetin dayanılmaz
benzerliği
Özellikle Yurtdışında Hareket’le ilgili en çok merak
edilen sorulardan biri de Hizmet Hareketi’nin bir Sufi akım olup olmadığı,
gerek Hareket’in esasları gerekse Gülen’in
öğretisinde Sufiliğin rolü ve işlevi meseleleridir.
Ergil’e göre;
“Gülen tasavvuf düşüncesine yakın
bir tefekkür ve din adamıdir ama onun dilinde bu kavram, “ kalbi ve ruhi hayat”
biçimini almıştır. Bu konuda Gülen, Hz. Muhammed’in manevi ve ruhani hayatını
örnek alır” (62)
Buna bağlı olarak, Ergil, Gülen Hareketi’nin bir
tarikat olarak nitelendirilmesini kabul etmiyor:
“Hareketin temel dinamikleriyle
klasik İslam tarikat geleneğinin dinamikleri benzeşmekle birlikte Hareket,
gerek bir sivil insiyatif olarak örgütlenme biçimi, gerekse kültürleşme biçimi
ile tarikat örgütlenmesinden ayrışmaktadır. Max Weber’in Protestanlik ve Asya
dinleri üzerinde yaptığı analizlerle geliştirdigi dünyevi asketism kavramıyla
da kısmen analiz edilebilmekle birlikte Gülen Hareketi, sivil dinamiklerle
organize olmuş bir harekettir. Klasik tasavvuf kültüründeki tevazu, fedakarlık,
diğergamlık, adanmışlık ruhu, halk içinde Hak ile beraber olma, başkalarının
iyiliği için yaşama, karşılıksız hizmet etme, hiç bir niyet ve eyleminden ödül
beklentisi içine girmeden ruhi, manevi ve kalbi derinlik…gibi pek çok kavram,
Hareketin fikri ve ameli dinamikleri arasında yer almaktadır” (66)
Ergil, Gülen Hareketi’nde kritik kavramın “hizmet” olduğunu, Gülen’in hizmet anlayışında
ise toplumsal sorumluluk ve adanmışlık ruhununun esas oldugunu (67) bunun da
Gülen’in halka hizmetin Hakk’a hizmet olduguna inanmasından kaynaklandığını
ileri sürüyor.
KITAPTAN KİMİ ALINTILAR:
Gülen Hareketi'nin praxisi (teori ile pratiğinin bileşimi)
daha çok kendine özgüdür ve günümüz koşullarından hareketle oluşturulmuştur.
Fethullah Gülen, hayatını, dinin esaslarını anlamaya,
yorumlamaya ve dindar bir insan olarak çıkardığı dersleri başkalarıyla
paylaşmaya adamıştır. Onun söylediklerini ve yaptıklarını anlamak için bu
perspektifi gözden kaçırmamak gerekir.
Mevlânâ'nın çağrısının bir benzeri günümüzde Gülen Hareketi
ile tekrarlanmaktadır. Söylenenle yaşanan arasında bir tutarlılık vardır ve bu
da hareket mensuplarıyla manevi önderleri arasında sarsılmaz bir inandırıcılık
bağı oluşturmaktadır.
Türkiye'nin etkisini, kültürünü ve insani ilişkilerini
sınır ötesinde taşıyan bu çapta ve etkide bir ikinci sivil teşkilatı var mı?
Yok! Ne yazık ki yok. Peki, Gülen Hareketi bunu nasıl başarıyor: İnanarak.
Neye? Davalarına; yani bu yolla hem Yaradan'a hem de yaradılana hizmet
ettiklerine inanarak...
Gülen topluluğunun yalnızca bir 'cemaat' değil, hareket
olarak adlandırılması, onun klasik cemaatlerin yerleşik ve 'yerindenlik'
özelliklerini çok aşan eylemsel ve mekânsal hareketliliği ile açıklanabilir.
Hareketin -tüm baskılara rağmen- gelişmiş ve genişlemiş
olması, çeşitli kesimlere mensup insanların Gülen'in teklif ve tavsiyelerinde
ortak yararlar bulmalarına ve bu yararların kendi hayatlarına olumlu sonuçlar
doğurduğunu görmelerine bağlanabilir.
Tıpkı Ahilik gibi Gülen Hareketi de bir 'çevre'
hareketidir. Girişimleriyle 'çevre grupları' merkeze katma ve onu genişletme
işlevini yerine getirmektedir. Bu sayede sisteme (ve merkeze) karşı bir duruş
sergileyebilecek olan sosyal kesitleri sisteme dâhil ederek onu hem çoğulculuk
doğrultusunda dönüştürmekte hem de sisteme yeni bir dinamizm kazandırmaktadır.
No comments:
Post a Comment