Sunday, May 31, 2015

ERZURUMLU BİR İSLAM ALİMİ: FETHULLAH GÜLEN -1

         

         Medyada her gün Fethullah Gülen ile ilgili yalan yanlış haberler çıkıyor, yazılar neşrediliyor. En son Yenişafak’ta “Fethullah Gülen'e memleketi Erzurum'da net mesaj: "Dadaş ihaneti affetmez" başlıklı haberi okuyunca iki bölümden oluşacak bu yazıyı yazmaya karar verdim. Bu yazılarda, Fethullah Gülen’in şahsiyetinde, onun İslam ve Türkük anlayışında Erzurumluluk olgusunun kökenlerini irdelemeye çalışacağım.
       Erzurum, Doğu Anadolu’nun merkezlerinden… Fethullah Gülen’in doğum yeri. Günümüz Türkiye’sinin en etkin seslerinden biri olan Gülen, nitekim Trakya ve İzmir’deki devlet memuriyetinin ilk dönemlerinde “Erzurumlu Hoca” ismiyle maruf olmuştur. Gülen, Erzurum merkeze yakın Korucuk köyünde 1941’de doğuyor. İlk onsekiz yılını bölgede, Korucuk, Alvarlı, Pasinler, Erzurum arasında geçiriyor. 1958’de işi gereği ülkenin Batı bölgelerine gittikten sonra da memleketi Erzurum’la olan bağlantısını hiç koparmıyor. Erzurum’a en son ziyaretini Amerika’ya gitmeden hemen önce 1999 yılında gerçekleştiriyor. Bugün Amerika’nın Pennsylvania eyaletinde mukim olan Gülen’in Türkiye ile, doğup büyüdüğü yerlerle köklü bağlılığının devam etmekte olduğunu gerek yanına gidip gelenlerin anlattıklarından, gerekse bizzat yazı ve sohbetlerinden gözlemleyebilmekteyiz. Doğup büyüdüğü, dini eğitimini aldığı yerlere karşı derin bir nostalji hissiyatıyla, daüssıla duygularıyla merbut olduğu gözlemlenen Gülen, Erzurum ve Korucuk’tan bahsettiğinde bazen duygusal, bazen de çoskulu bir ruh haletine bürünüveriyor. Gülen’in vasiyeti, kendi köyüne gömülmek…
           Fethullah Gülen’in hayatından, eserlerinden ve hareketinden söz eden akademik çalışmaların rahatlıkla en önemlileri arasında sayılabilecek olan Hakan Yavuz ve Muhammet Çetin’in kitaplarında bile Gülen’in şahsiyetinde ve düşüncesinde, doğduğu coğrayfanın etkisi derinlemesine incelenmemiştir. Bununla birlikte Yavuz, Erzurum bölgesindeki ana akım kültüre, dini ve manevi atmosfere biraz daha yakından bakabilmiş ve bu ortamın Gülen’in şahsiyetinde  etkili olduğu tezini ileri sürmüştür.
           Gerçekten de dikkatli bir Gülen okuru, bölgesel kültürün kendisinin üzerinde ne denli tesirler icra ettiğini görebilir. Mesela, Gülen selis ve düzgün bir İstanbul Türkçesiyle konuşmasına rağmen, dikkatlice kulak verildiğinde konuşmalarında Erzurum’un özel diyalektiğinin ve ağzının halen kendisini derinden derine hissettirdiği farkedilir. Sıklıkla bölgeye ait yerel deyimler, söyleyişler kullanır, halk hikayeleri ve yerel hatıralardan bahisler açar. Yine bölgede yaşamış ve topluma hizmet etmiş manevi şahsiyetlerin kendi çocukluğu üzerinde kalıcı etkiler icra ettiklerine değinir sohbetlerinde…
       Şerif Mardin, Said Nursi üzerinde yaptığı o yetkin çalışmasında Doğu’nun, hassaten de Bitlis’in Nursi’nin manevi ve fikri şahsiyetinde, onun İslami yorumunda hasıl ettiği hayati tesirlerden söz eder.[1]  Şerif Mardin, kitabına Said Nursi’nin doğum yeri olan Bitlis’in tarihine ve kültürüne, sosyal, etnik ve siyasal yapısına odaklanmakla başlar. Nursi, Gülen üzerinde en müessir şahsiyetlerin başında gelir ve ikisi de hemen hemen aynı bölgenin, eski Şark’ın, insanıdır. Daha önce de değindiğim gibi, çoğu akademisyen Gülen’in Nursi’nin fikirlerinden yoğunlukla istifade ettiğini, Nursi’nin fikriyatını daha geniş ve farklı faaliyet sahalarında tatbik ettiğini, deyim yerindeyse Nursi’nin ortya koydugu teorinin Gülen tarafından pratiğe döküldüğünü ısrarla ileri sürmüşlerdir.
           Tanınmış psikolog Albert Bandura’nın meşhur Social Learning Theory’si, çevresel unsurları kişinin şahsiyetinin, bilinç altının, hafızasının, duygularının ve dünya görüşünün  teşekkülünde en önemli hususlar arasında ele alır. Bandura, teorisini bu temel yargı üzerine bina etmiştir. Ona göre kişi, yeni bilgi ve davranışları diğer isanları gözlemleyerek ve modelleyerek öğrenir.[2]  Bandura şöyle diyor: “ Çoğu insan gözlemleyerek, yeni davranışların nasıl edinildiği ve uygulanıldığı ile ilgili izlenimlerini ve kanılarını biçimlendirir ve zamanla da bu bilgileri kodlayıp muhtelif ortamlarda ortaya çıkabilecek davranışları için bir kılavuz olarak kullanır.”[3]  Bandura, dış unsurların ve çevresel faktörlerin, kişinin karakter gelişimindeki öneminin altını çizer ve insanın aslında bulunduğu zaman ve mekanın ürünü olduğunu ileri sürer. Gerçekten de, gerek Gülen’in fikriyatını, gerekse Hizmet Hareketi’nin kimi temel hususiyetlerini anlayabilmek için kendisinin ilk çocukluk ve gençlik dönemlerini geçirdiği, ilk ve kalıcı telakkilerinin biçimlenmesinde mühim rol oynayan sözkonusu yakın çevresine dikatlice bakılması zaruridir. Gazeteci Latif Erdoğan’ın 1990’lı yılların başında Fethullah Gülen ile yaptığı mülakatlardan müteşekkil kitabı Küçük Dünyam’da, Gülen, çocukluk yıllarıyla, eğitim durumuyla ilgili son derece zengin bilgiler paylaşır.[4] Bu kitap, küçük hacmine ve kimi netameli muhtevasına karşın, halen Gülen’in hayatıyla ilgili en mühim belge ve başvuru kaynakları arasındadır. Şerif Mardin de Nursi’nin Tarihçe- i Hayat[5], adlı otobiyografik çalışmasını sıklıkla kullanır ve bu Tarihçe’yi Nursi’nin ilk çocukluk çevresini daha iyi tanıyabilmek için analiz eder.
              Fethullah Gülen, kendisi Korucuk köyünde doğmuş olsa da, ataları buraya Ahlat kasabasından göç etmiştir.[6]  Gülen dedelerinin uzun yıllar Ahlat ve Bitlis civarında ikamet ettiğini söylüyor. Sonradan, ailenin karıştığı bir “namus meselesi” yüzünden Gülen ailesi  bölgeyi terk ederek Korucuk köyüne yerleşleşmişlerdir. Gülen bu göçü bir “sürgün” olarak niteler. Ahlat ve Bitlis, Orta Asya’dan gelen ilk Türk boylarının buluştukları merkezi noktalardandır. Bölge insanı umumiyetle müslümandır, muhafazakardır. Bölgedeki hakim kültür, İslami değerler ve miras ile yoğrulmuştur. Doğu Anadolu, erken dönem Türk ve İranlı alimlerden etkilenmiş bir tasavvufi anlayışın da merkezi olmuştur. İslami maneviyata müsait çevresel faktörlerle zamanla bölgede Nakşibendilik ve Mevlevilik ağırlık kazanmıştır.
            Gülen’in doğum yeri, Korucuk, 75-80 hanelik küçük bir yerleşim birimidir. Gülen, bu hanelerin en az ellisinin kendileriyle akraba olduğunu belirtiyor.[7] Köy halkı yoksuldur, mesela kahvaltılarını yoğurtla geçiştirirler, çamaşırlarını sabun bulamazlarsa kil ile yıkarlar.[8]  Bu durum, 1940’ların Anadolu’sundaki herhangi bir köy için de geçerlidir. Savaş yıllarıdır. Gülen’in ilk okul öğretmeni Berna Özbatur, köylülerin çocuklarını berbere gönderebilecek paralarının bile olmadığını hatırlar.[9]  Özbatur, 1940’ların Korucuk köyünü şöyle tasvir ediyor:  “Çok karlı bir ortam, küçük evler…ama çok sıcak ve misfirperver insanların mekanı….”[10] Korucuk İpek Yolu üzerindedir. Köyde hala eski kervansaray kalıntıları mevcuttur, köyün hemen kenarından Erzurum- Kars demiryolu geçer. Cumhuriyetin ilk yıllarında köyde bir Jandarma Karakolu mevcuttur.[11] Gülen, ilkokula gittiği dönemde, köye İsmet İnönü’nün yaptığı ziyareti hatırlar.[12] Gazeteci Nazlı Ilıcak, 2012 yılında Korucuk’u ziyaret ettiğinde, böyle bir köyden Fethullah Gülen gibi bir şahsiyetin çıkmış olmasına şaşıracaktır.

          Fethullah Gülen kırsalda geçen çocukluğunun kendisini dünyevi temayüllerden de muhafaza ettiği ve kalbini saf ve masum tuttuğu görüşünde.[13] Bu durum, bugün de muhafazakar Erzurum halkında ilk müşahede edine hususiyetler arasındadır. Köydeki yoksulluğa rağmen, Korucuk’ta canlı sayılabilecek bir sosyal hayat vardır. İki kahvehanenin olduğu Palandöken dağlarına bakan bu küçük köyde, ahali uzun kış gecelerinde birbirine dini ve halk hikayeleri anlatır. Mahalli sanatçılar ve şairler, Sümmani ve Aşık Reyhani gibi, köyü düzenli aralıklarla ziyaret ederler ve icra-yı sanatta bulunurlar.[14]  Gülen’in yaşadığı ev bölgenin alim ve fazıl insanlarının uğrak yeridir, adeta bir misafirhane gibidir.[15] Genç Gülen, bu kadim ulemayı yakından izleme ve gözlemleme imkanı bulur. Zamanının çoğunu kendisinden yaşlı bu eski zaman insanlarıyla geçirdiğinden, çocukluğunda akranı arkadaşlarla oynamaya zamanı olmaz, bu yüzden fazla çocukluk arkadaşı yoktur.[16] 2013’teki Korucuk Köyü ziyaretinde bizzat görüştüğüm Gülen ile aynı yaşlarda bulunan köy ahalisi de, Gülenin çocukluk yaşlarından itibaren ciddi biri olduğunu, genellikle kendisinden yaşlı kimselerle birlikte zaman geçirdiğini belirtmişlerdir.
          Fethullah Gülen’in dini gelişimi ve manevi farkındalığı, din ile yoğrulan bu kırsal ve yoğun manevi atmosferde, manevi şahsiyetlerin gölgesinde biçimlenir. Ailesinin saygı gösterdiği yerel alimleri ve sanatkarları gözlemleyerek ve dinleyerek, sohbetlerdeki dini anlatı, söylem ve sembolleri, davranış kalıplarını henüz erken çocukluk evresindeyken içsellestirir, Erzurum halkının temel hususiyetlerini karekterinin mühim bir parçası haline getirir.
           Fethullah Gülen’in hayatında çok önemli bir yeri olan, kendisinin ilk hocalarından Alvarlı Muhammed Lütfi Efe, bu kimselerden biridir. Gülen’in Alvarlı ile ilgili hatıraları çok canlıdır. Gülen’in ailesi Alvarlı’nın hayranıdır. Alvarlı’nın himaye ve sırrına mazhar olan Gülen, tahsiline devam etme teşviklerini de kendisinden çok yaşlı bu muteber alimden alır. Gülen’in geniş aile çevresi, dini değerleri her günkü hayatlarında büyük bir ihtimamla yaşamaktadırlar, din bir genel kültür ve bilgiden ziyade, hayatın bütün safahatına hakim kılınmaya çalışılan bir unsurdur.[17] Gülen köyün ileri gelenlerinden olan dedesi Şamil Ağa, mahalli alimlerden Halil Hoca, Vehbi Efendi, Sırrı Efendi ve Şehabettin Efendi gibi saygın kimselerin gölgesi ve kanatları altında ilk çocukluğunu idrak eder.          
         Fethullah Gülen çiftçi bir ailenin çocuğudur. Babası Ramiz Efendi, sonradan cami imamı olmuştur. Gülen diğer kardeşlerinin aksine eğitim ve öğretimini sürdürmüştür. İlkokula 1946’da baslamış ancak sadece üç yıl devam edebilmiştir. Babasının komşu köy Alvarlı’da imamlık görevinden dolayı Korucuk’tan taşınmışlar, bu sebeple de Gülen, ilkokulu 1949’da terkederek, klasik ve geleneksel usüllerle dini eğitime devam etmiştir. Önce Pasinler, ardından da Erzurum merkezde, çeşitli kurumlarda altı yıl medrese eğitimi almıştır. Erzurum’dayken 1956’da sınavları dışarıdan vererek ilkokul diploması almıştır. 1957’de, civar illerde, Tokat, Amasya ve Sivas, gönüllü olarak vaazlar veren Gülen ilk kez daha geniş bir çevreye açılma imkanı elde etmiştir.       
             Fethullah gülen, ilk resmi görevine 1958’de Edirne’de başladı. Müezzin ve vaizlik görevi için, 18 yaşındayken Erzurum’dan Edirne’ye geldi. Askerlik vazifesini 1962’de tamamlayınca, tekrar Erzurum’a döndü. Kısa bir süre memleketinde kaldıktan sonra vaizlik için Edirne’ye gitti. 1963’te Gülen’in Erzurum’da bir dizi sohbetler verdiği biliniyor. Dönemin popüler muhafazakar derneklerinden olan Komünizmle Mücadele Derneği’nin Erzurum şubesinin açılışında önemli görev alan Gülen, bu dönemde Erzurum’da Mevlana ile ilgili bir konferans vermiştir.[18]
                                                                       Erzurum
           Ahmet Hamdi Tanpınar, Kop dağlarıyla çevrelenen Erzurum’u bir “kartal yuvasına”[19] benzetir. Taze su kaynaklarıyla maruf şehir, Ankara–Tahran tren yolunun da merkez noktalarından olması onu önemli bir kültür ve ticaret noktası haline getirmiştir. Karasal iklim yaşayan şehrin kışları ortalama sıcaklık derecesi -4’tür. Kışın uzun ve sert geçtiği şehirde, yılın yüz gününden fazlası karlar altında geçer. Tanpınar, şehrin hususi coğrafyasının ve bu uzun süren kışlarının, bölge insanına, hayatın müşkülleriyle başa çıkabilecekleri bir tahammül gücü bağışladığını ileri sürer. Beş Şehir’in yazarına göre Erzurum insanı, bu sert iklim yüzünden merttir, mütehammildir ve dirayetlidir.[20]
                Doğma büyüme İstanbullu olan muhterem Hocam Orhan Okay, hayatının 40 yılını bir akademisyen olarak Erzurum’da geçirmiştir. Okay şöyle der: “Erzurum’un coğrafyası ve iklimi, bölge insanının karekterinin şekillenmesinde hayati rol oynar. Bu muhafazakar insanlar, zahiren zayıf, küçük ve mahcup, zihnen de değişime kapalı gibi görünürler; ne var ki güvenilir bir kimse buldularında kalplerini ve zihinlerini en samimi biçimde açarlar; işte o zaman onlardaki sıcak ve otantik şahsiyeti görebilirsiniz.”[21]  
           Fethullah Gülen, Erzurum’un sert ikliminden konuşmalarında sıklıkla söz eder; kendisi de bu sert iklimle bölge insanının muhafazakar yönleri ve güçlü şahsiyeti hakkında münasebetler kurar. Erken çocukluk dönemlerine ait kimi gözlemlerinde, Gülen bölge halkındaki güçlü dindarlığın bu dondurucu iklimle ilgili olduğunu ileri sürer. Bu dindar insanlar, şehrin karlı buzlu havasına rağmen soğuk su ile abdest alırlar ve o donduru Erzurum havasında camileri tıklım tıklım doldururlardı. Soğuk hava, bu insanları hayat şartlarına karşı daha dayanıklı kılarken imanlarını da pekiştiriyordu. Gülen henüz ilk gençlik yıllarındayken, kışın en çetin şartlarına rağmen kendisinin de düzenli banyolarını soğuk su ile aldığını da hatırlamaktadır. [22]
              Erzurum hem yakın, hem de genel Türk tarihi için önemli bir yerdir. 1071 sonrası Türk boylarının toplanma ve geçiş istikametidir. Tarih boyu Bizanslara ve Ruslara karşı, özel konumundan dolayı bir Türk cephesi ve savunma hattı (Son Karakol) olagelmiştir. Özel konumu, Erzurum’u dış dünyaya da açarak daha geniş sosyal, tarihsel ve ekonomik gelişmelerin merkezine almış ve çok sayıda farklı etnik unsuru kendisine çekmistir. Bölge, henuz 7. asırda, müslümanlarca fethedildikten sonra farklı develtlerin idaresine geçmiş olsa bile asla İslami kimliğini ve tabiatını yitirmemiştir. Özellikle Selçuklular döneminde şehir, dini ve modern bilimlerin de merkezi haline gelmiştir. Selçuklular, şehirde çok sayıda cami, medrese, hamam ve köprüler inşa etmişlerdir. Erzurum nüfusu bin yıllık bir süreç içerisinde Türk ağırlıklı olmasının yanısıra, kimi bölgeleri Ermeni ve Kürt unsurları da yoğunluklu olara ihtiva eder. Hareketli ve dinamik bölgesel kültür her zaman zenginlilik arz etmiştir. Sözgelimi, Osmanlı, ilk Anadolu gazetesini 1867’de Erzurumda yayınlamaya başlamıştır. Amaç, Doğu’nun bu merkezi ilinde yerel kamuoyunu etkilemektir.[23]  Hakeza, Atatürk de İstiklal Harbi’ne bu şehirde start vermiştir. Özellikle 1940’larda Erzurum dini eğitim ve öğretimin merkezi haline gelmiştir. 1957’de Doğu’nun ilk üniversitesi Atatürk adıyla bu şehirde açılmıştır. Yıllardır, bu üniversitenin hastanesi bütün Doğu Anadolu Bölgesine hizmetler vermektedir.
           Bu tarihsel deneyim ve birikimle birlikte şehrin hayati önemdeki jeopolitigi Erzurum’u doğal olarak Dogu Anadolu’da tam bir Türk cephesi haline getirmistir. Tarih boyu farklı devletlerin yönetimine giren şehir, en son olarak da 1916’da Ruslar tarafindan işgal edilmiştir.
                   Kültürel ve tenik olarak cok zengin bir nüfusa sahip olan Erzurum, adeta Turkiye, İran, Ermnistan ve Irak’ın buluşma merkezidir. Şehir ahalisi tarih boyu pek çok felakete ve kaosa şahit olmuştur. Bu tecrübe, muhafazakar Erzurum halkında güçlü bir devletçi zihniyetin de teşekkul etmesine sebep olmuştur. Hakan Yavuz’a göre, Gülen devletçidir, oturmuş ve süreklilik arz eden bir devlet olmadan böylesine tehdite ve dış tesire açık bir bölgede, din ve dini kimlikler muhafaz edilemez; dolayisyla devlet dini kimligi tesisinde hayatiridr. Yavuz, Gülen’in Erzurum halkının dini muhafaza ve mudafaa eden güçlü bir devlet yapısı olmadığı takdirde İslam’ın buralarda daimi olamayacağı hususunda bir kanaati olduğunu ileri sürer.[24]  Nitekim, Erzurum bugün aynı zamanda hem AKP’nin hem de Hizmet Hareketi’nin güçlü kalelerinden biridir.
                                        Erzurum’un  1950’lerdeki Sosyal ve Siyasal Durumu
             1923’te Türkiye, Trakya ve Anadolu’da bagımsızlığını elde etti. Mustafa Kemal Cumhuriyet’i kurunca Saltanat ve Hilafet’i ilga etti. Yeni Ulus Devlet, ardıardına gelen kültürel devrimlerle milleti dönüştürme projelerini uygulamaya koydu ve rijit seküler pratikleri topluma dayattı. Mesela, 1928’de devletin resmi İslam’dır ibaresi Anayasa’dan çıkarıldı. 1937’de sekülarizm anayasaya girdi. 1940’ta laiklik ulus devletin en temel ve kurucu unsuru haline geldi. Özellikle 1930 ve 1940’lardaki bir dizi benzer yasa ve uygulamalarla, dini kurumlar kapandı ve dini eğitim sınırlandı, hatta hemen hemen  yasaklandı ve dini alimler tasfiye edildi.
            Fethullah Gülen, 2. Dünya Savaşı’nın içinden geçen ve kritik bir dönem yaşayan genç Türkiye’nin çocuğu olarak Erzurum’da dünyaya geldi. Türkiye, 1950’ye kadar otoriter Tek Parti tarafından idare edilmekteydi. Mustafa Kemal’in banisi oldugu Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’yi dönüştürme projesini üstlendi. Atatürk’un silah ve siyaset arkadaşı, Cumhuriyet’in ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 2. Dünya Savaşı’nda Türkiye’yi tarafsiz bir zeminde tutmayı başardı. Bu dönemde ülke savaşa girmese de, savaş döneminin ve sonrasının sıkıntılarını çekti. Yine, tarafsız duruşuna rağmen, Türkiye batıda Almanya’nın doğuda ise Rusya’nın siyasal tehditini hissetti. Dış tehditler sürerken, Cumhuriyet Halk Paritisi de, muhtelif yasa, düzenleme ve uygulamalarla İslam karşıtı bir tutum içine girerek, devlet eliyle halkı modernleştrime ve toplumu sekülerleştirmenin dozajını artırdı. Mesela, Ezan’ın Arapçası yasaklandı, muhtelif dini kurumlar, dini eğitim veren kurumlar, hatta çok sayıda cami 1940 ve 1950 arasında kapatıldı.[25] Türkiye’nin 1950’de çok partili siyasal sisteme geçmesiyle kamuoyuna dini meselelerde kısmi bir rahatlama görüldü. 1940 ve 1950’lerdeki Gülen’in çocukluk ve gençlik dönemlerinde, çetin savaş şartları ve yeni ulus devletin dine ve dindarlara olan baskısı başlıca en önemli iki toplumsal ve siyasal olay haline geldi. Bu zor dönemlerde Gülen’in ailesi, bölgenin diğer ebeveynleri gibi çocuklarının dini eğitim almasını önemsedi ve onlara bu eğitimi geleneksel usüllerle verecek medreselere ve mescitlere göndermeye devam ettiler. Çocuklarının dini hayatlarına dikkat etmeleri, temel İslami bilgileri öğrenmelerini, Kuran okuyabilmelerini önemsedi.[26]  Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren dini eğitim kurumların belli bir süreç içinde kapatılmasına rağmen, muhafazakar Erzurum’da pek çok medrese açık kaldı, yasadışı da olsa dini eğitim vermeye devam etti. 1940’lardaki bütün icbar ve tarassuda rağmen, Erzurum’da canlı bir dini hayatın varlığından söz edilebilir. Gülen o günleri şöyle hatırlar: “Erzurum’da dini eğitim gören beşyüz kadar öğrenci vardı. Dini eğitim veren alimler İstanbul’da tahsil görmüş olsalar bile görevlerini ifa için, sonradan nispeten daha bir serbestliğin oldugu Erzurum’a geldiler.” [27]  Gülen Solakzade Sadik Efendi ve  Osman Efendi gibi devrin ulemalarından dersler alır. Bu zatların her birinin eğitim verdiği sınıflar ve yurtlar vardı, bu kişiler, çeşitli yasal önlemlere ve sınırlamalara rağmen en zor şartlarda bile dini egitim vermekten vaz geçmediler. [28]
                                             Erzurum toplumunun özellikleri
         Dr. Sıtkı Aras kitabında Erzurumlu karakterini altı grupta tasnif eder: Alim, veli, beyefendi, lider, halk bilgesi ve dadaş.[29]  Gülen’in şahsiyeti Dr. Aras’ın bu tasnifine tabi tutularak pekala incelenebilir, ancak ben burada sadece Dadaş kimliğinin altını çizmek isterim.Türkiye’de Erzumluya dadaş denir. Dadaşın anlamı kardeştir, kelime olgun insanı da ifade eder. Aynı zamanda, iyi silah kullanmak, ustalıkla at sürmek, cirit oynamak dadaş kişiliğinin ve prototipinin en çok bilinen hususiyetlerindendir. Dadaş, dünyevi metaa değer vermez; onun maneviyatı güçlüdür, fıtraten mütevazidir, cesur ve dostanedir. Allah rızası için muhtaca el uzatır. Zalim yönetime boyun eğmez. İzzetli ölümü zılletle yaşamaya tercih eder. Nuktedandır, şakaları ardı ardına sıralar, mütebessimdir, kalenderdir. Dadaş, geleneksel olarak Türk Milliyetçisidir, asayiş ve nizamdan yanadır, devletçidir. Ülkenin etnik unsurlara göre bölünmesine karşıdır. Her platformda ülkenin bağımsızlığını ve bütünlüğünü savunur. 1919’da Türk İstiklal Harbi’nin kendi şehirlerinde baslamış olması büyük bir gurur vesilesidir. Müslümanlık ve müslümanca yaşamak önemlidir. İslam’ın dadaş versiyonuna Anadolu İslamı da denebilir. Bu anlayışta, toplum ve cemaat bireyden daha mühimdir. Aslolan umumun menfaati ve emniyetidir. Gülen bir dadaş müslüman olarak1970’lerden itibaren enerjisini, kaynaklarını, bilgisini dünyaya ve ülkeye hizmete adamış bir toplum yetiştirilmesine hasr-ı nazar etmiştir.  Gülen’in Erzurum’daki hocalarından olan Osman Bektas, onu “hakiki dadaş” olarak niteler. [30]  Kendi mülakatlarından birinde Gülen dadaşı şu şekilde tanımlar: “ Dadaş, dindarlığını Müslüman Türk’ün tarihi tecrübesiyle geliştirir ve zenginleştirir.”[31]    Gülen, Türklerin tarih boyu İslam’a en güzel şekilde hizmet ettiklerini, Haçlı Seferlerinden ülkeyi ve dini muhafaza ettiklerini vurgular. Yazı, sohbet ve vaazlarında Gülen, Türk Tarihinin şanlı sayfalarından örnekler verebilmek için her zaman bir firsatını bulur ve tarihi vakaları bugünkü olaylara aktüel gelişmelere büyük bir marifetle bağlar. Babası Ramiz Efendi, kendisine iki önemli husus öğretmiştir, biri Sahabe ve Peygamber muhabbeti, diğeri de Osmanlı sevgisidir.[32] Ömer Çaha ve Bülent Aras bu meyanda şunu ileri sürer; “Gülen’nin hedefi aynı anda Türk Milliyetçiliği müslümanlaştırırken, İslam’ı da Türkleştirmektir. Kendisi Osmanlı döneminde olduğu gibi din ve devlet  arasındaki bağları tekrar yerleştirmektir.” [33]




[1] Serif Mardin. Religion and Social Change In Modern Turkey. New York: Sunny Press, 1989.
[2] Albet Bandura . Social Learning Theory. New York: General Learning Press, 1971.
[3] Bandura, Social Learning, p. 22.
[4] Latif Erdogan. My Small World. Istanbul: Ad Yayinlari, 1992.
[5] Said Nursi. Tarihcei Hayat. Istanbul: Sozler Yayinevi, 1989.
[6] Ali Unal. Fethullah Gulen: Bir Portre Denemesi. Izmir: Nil Yayinlar, 2002. p. 65
[7] Erdogan. My Small, p. 15
[8] Erdogan. My Small. 21.
[11] Mercan. Fethullah, p. 35
[12] Erdogan. My Small. p. 28
[13] Erdogan. My Small, 26.
[14] Faruk Mercan. Fethullah Gulen. Istanbul: Dogan Yayincilik: 2008, p. 36
[15] Unal. Fethullah Gulen. p. 11.
[16] Erdogan. My Small. 18
[17] Erdogan. My Small., 32.
[18] Ibid., 76.
[19] Ahmet Hamdi Tanpinar. Bes Sehir. Istanbul: Dergah Yayinlari, 1941. p. 211
[20] Tanpinar. Bes Sehir. p. 207
[21] Besir Ayvazoglu. “Orhan Okay” Aksiyon. (957), 11.02.1999
[22] Mercan. Fethullah. p. 62
[23] Mardin. Religion and. P.  31
[24] Hakan Yavuz. Towards and Islamic Enlightenment: The Gulen Movement. New York: Oxford University Press, 2012. p.28
[26] Erdogan. My Small, 17
[27] Erdogan. My Small. 38 
[28] Muhammet Cetin. The Gulen Movement.: Civic Service Without Borders. New York: Blue Dome Press, 2010. p. 250
[29] Sitki Aras. Erzurumun Manevi Mimarlari. Istanbul: Dergah Yayinlari, 2007.
[30] Merhum Osman Bektas Hocaefendi. http://tr.fgulen.com/content/view/14589/13/
[32] Erdogan. My Small. p. 23
[33] Caha and Aras, “ Fethullah Gulen and His Liberal Turkish Islam Movement.” Revolutionarries and Reformers: Contemporary Islamist Movements in The Middle East. Ed. Barry Rubin. New York: State University of New York Press, 2003. p.143.

Wednesday, May 20, 2015

ÜMİT ŞİMŞEK VE BENZERLERİNE…



Rotahaber’deki en son yazım, Hizmet Hareketi’ne yönelik eleştirilerin genel bir değerlendirmesiydi.

Evet, hem akademyada hem de basında Hizmet Hareketi eleştiriliyor. Bu da gayet normal ve gerekli. Olgunlaşmış bir Hareket'i iyi bir eleştiriden daha çok hiç bir şey besleyemez!

Rotahaber'deki sözkonusu yazıda Hizmet Hareketi’nin sanılanın aksine sürekli ve kıyasıya eleştirildiğini belirtmiştim.  Burada, eleştiri teorilerini fazla kurcalamadan, eleştiri kelimesinden bir mesele hakkında analitik ve tahlili surette yapılan değerlendirmeleri kast ettiğimi belirteyim. Bu minvalde, Hareket hakkında yazılanların çoğunun yüzeysel, kanıtsız ve ideolojik olduğunun altını çizmeliyim.

Eleştiri adı altında insanları şeytanlaştırıyoruz. Herkes için geçerli bu! Kişiler, düşünceler ve kurumlar için de geçerli. Mesela, siyasal iktidar yaşayan bir partinin bütün olumsuzluklarını hemen siyasal İslam veya İslamcılık bavuluna atıp, o kavramları şeytanlaştırıveriyoruz, bağlamlarını hiç gözetmeden Reecep Tayyip Erdoğan’ı Hitler’e benzetip türlü türlü şeytanlaştırıcı senaryolar üretiyoruz; aynen Fethullah Gülen’i ve Hizmet Hareketi’ni topyekün ademe mahkum ettiğimiz gibi...

Hizmet Hareketi'nin eleştirilemez olduğunu kimse söylemiyor, ben duymadım. Bu konularda daha yoğun araştırmalar yaptığım dönemlerde Hizmet Hareketi’ne yönelik hem dışarıdan hem içeriden yapılan çeşitli eleştiriler duydum ve okudum. 

Halk da ötedenberi eleştirdi Hizmet'i...İnsanların türlü türlü sebepleri vardı eleştirmek için... Kimi ideolojik, kimi siyasi, kimi ekonomik, kimi manevi...kimi de mesela bir Hizmet kurumunda koruma görevlisi olarak çalışırken mağdur olduğu düşüncesinden hareketle zamanla bir eleştiri mekanizması kurgulamıştı Hizmet’e karşı... bir diğeri de yurtdışıda çalıştığı kurumdaki mesai arkadaşıyla uyuşmazlığından bir kapı aralamıştı bütün eleştirilerine... Bütün bunlar son derece normal ve insani.

Eleştirmek için illa düşman veya karşıt olmaya gerek yok. Sempati besleyenler de eleştirmiştir Hizmet'i, Yapıcı eleştirilerini çeşitli meclislerde dile getirdiklerinde kah dudak bükülmüştür kendilerine, kah haklısın hakperestliğiyle mukabele görmüşlerdir. Hizmet, Hareket’le hiç ilgisi olmayan daha ortada kimselerin de eleştiri oklarını göğüslemiştir zaman zaman ... Şahsi kanaatim Hizmet Hareketi’nin nereden gelirse gelsin bu eleştirileri tolere edebileceği, hatta bu eleştirileri kendisi için faydaya medar hale getirebileceği bir olgunluğa sahip olduğu istikametinde...

17-25 Aralık sürecinde eleştiri adı altında gerçekliği olmayan çok sayıdaki değerlendirme, AKP ile Hizmet Hareketi arasında süregiden mücadeledeki daha büyük bir algı operasyonunun mütemmim parçaları mahiyetinde sürekli, sistematik ve stratejik biçimde dolaşıma sokuldu. Bunlar, üç beş cümleden öte geçmeyen, yıllardır tekrarlanagelen şeyler… Evet üç beş cümlelik basmakalıp şey… daha fazla değil.

Bu sözler, bugün farklı kesimlerce dile getiriliyor. Dün ideolojik sebeplerden dolayı Faik Bulut, Ergün Poyraz, Doğu Perinçek gibi gazetecilerce seslendirilen bu tezleri, bugün daha muhafazakar isimler kullanıyor... Zamanın ruhunu okumaktan uzak bu değerlendirmeler, yeri geldiğinde temcit pilavı gibi ısıtılıyor. Eleştiri diye sunulan iftiranın mantığı da, sözleri de aynı. Değişen sadece isimler…

17-25 Aralık sürecinde şu tür haberler sıkça geçer oldu: Hüseyin Gülerce cemaati eleştirdi, Mustafa İslamoğlu cemeaati eleştirdi, Latif Erdoğan cemaati yerden yere vurdu, Takiyecilerin lideri Mehmet Doğan cemaati eleştirdi…. 

Bunların büyük bir kısmının eleştrinin çok ötesinde olduğunu görmek için insaf ehli olmaya gerek yok! En son da, “Nurcu yazar Ümit Şimşek cemaati bombaladı” haberini okudum. 

Yeni bir şey bulmak amacıyla okuduğum yazının Hizmet Hareketi'nin sinirlerini germe, maneviyatını sarsma amaçlı olduğu, Hareket'e karşı psikolojik bir operasyon mahiyetinde olduğu intibaı uyandı bende. Yazar, keşke sadre şifa bir eleştiri sunabilse, nefret muhtevalı siyasi mesajlar yönelteceğine keşke kendi alanından bir konuya eğilebilse, mesela Fethullah Gülen ile Said Nursi'nin İslami yorumlarını eleştirel ve analitik bir biçimde ele alabilseydi!  Kolay olanı, okuyup araştırmadan yıllarca içinde biriktirdiği husumeti dışa vururken siyasi mesajlarla da bir yerlere göz kırpmış!

Bu minvalde söylemeden geçemeyeceğim bir husus şu: Gerek Gülen’in gerekse Hareket’in en büyük talihsizliklerinden biri, objektif ve hakperestçe bir eleştiriye hala muhatap olamaması!

Ümit Şimşek'in yazısının, belli ki Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil’in Amerika ziyaretini vesile kılarak “Cemaatin ileri gelenleri ülkeden kaçıyor” tezi doğrultusunda olduğu anlayışı, mülakatın zamanlaması, yayınlandığı yer ve muhtevası, mülakatı veren kişi göz önüne alındığında daha anlamlı hale gelmekte.

Mülakatı okuyunca Ümit Şimşek’in tespitlerinin yaklaşık iki yıldır medyada her gün tekrar be tekrar ileri sürülen şeylerden farklı olmadığını gördüm.
Şimşek’in dikkat çeken değerlendirmeleri şunlar:  

  Gülen yurt dışına kaçtı, kitleleri manipüle ediyor.
“Örgüt mensupları hocalarının hamasi sohbetleri ve cennet vaadleriyle idare ediyor”
“Tehlikeli zamanlarda güvenli yerlere kaçmak Cemaat’in ileri gelenlerine mahsus bir hizmet ilkesidir.”
“Batan gemiyi terk etmek Gülen’in tarzıdır”
“Yurtdışına kaçmak sadece belli isimlere tanınan bir imtiyazdır”
“Gülen dışında hiç bir medya izlettirilmiyor..
“Peygamberlerde olmyan bilgilerin Gülen’de olduğuna inanıyorlar.”

Görüldüğü gibi, dil ve üslup, eleştiriden çok uzak, bilakis kasdi ve tahrip amaçlı… Dahası tahkir edici... Yukarıda Şimşek tarafından serdedilen cümlelerin Hizmet Hareketi hakkında tesis ve tahkim edilmeye çalışılan ve kısmen de başarılı olunan menfi algıyı, tahrip amaçlı o büyük anlatıyı beslemeye yönelik  olmadığını kim iddia edebilir! Bu yargılarda bir bilgi yok, sadece hiç bir somut bilgiye dayanmayan bir dizi yorum ve temenni...

Eleştiri ruhundan uzak bu tür ithamlara Ahmet Kurucan, Osman Şimşek, Ali Ünal, Enes Ergene Muhammet Çetin gibi Fethullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen pek çok isim defalarca cevap verdi. Sadece onlar değil çok sayıda yabancı akademisyence de Gülen'in düşüncesi, aksiyou, Hareket'in tabiatı ve etkinlikleri ele alındı, işlendi. Ümit Şimşek, Gülen’in kendi eserlerini okumak istemiyorsa, en azından bu çalışmalara müracaat etmeli. İthamlarına dayanak bulmalı.

Peki türlü iddialarda bulunan Şimşek’in dayanakları, argumanları neler? 
Gülen’in kitapları mı, sohbetleri mi? Yurtdışında bir Türk Okuluna yaptığı ziyareti mi!

Yazar, Hizmet Hareketi’nin ilke ve felsefesine inanmış kimseleri “İçeridekiler ve dışarıdakiler” diye ikiye ayırıyor! Bu cümleler apaçık ayartma ve tehdit içerikli… Hareket’e inanmış kimselere de düpedüz bir saygısızlık..

Mesela, 28 Şubat’ta Gülen kaçtı, Hizmet Hareketi rahatsız edilmedi gibi en basma kalıp yargılardan birini tekrar ediyor Şimşek! Bu konuda ne çok şey yazıldı, çizildi! Keşke bu açılama ve değerlendirmeleri biraz okusaydı, bilerek konuşsaydı Şimşek! 

Fethullah Gülen, 28 Şubat’ta idamla yargılandı, Hizmet Hareketi'nin kurumları envai tür tarassud ve tazyike maruz kaldı, öğrenci yurt ve evleri zamanlı zamansız didik didik edildi, arandı tarandı, eğitim kurumları askeri üniformalı kimselerce sürekli bir teftişe tabii tutuldu. Bu konuda vaka çok, ancak Hizmet Hareketi maruz kaldığı bu baskı ve zorbalıklardan bir mağduriyet anlatısı üretmedi. Hareket, evet genel karekteristiği mucibince ve Müspet Hareket tavrıyla tedbirler aldı ve ayakta kalmayı başardı o meşum günlerde... Evet zorlu süreçlerden geçen, her türlü baskıyı sabr u selametle göğüsleyen bazı kimseler gerek başlarını açarak, gerek kimi değerlerinden feragat ederek bugünlerin nesillerini eğitti o kapanmaması için üzerine titredikleri eğitim kurumlarında. Zora talip oldu, çoğu kimsenin yaptığı gibi ne uzlete çekildi ne de ucuz bir kahramanlığa soyundu.

28 Şubat’ta Sayın Ümit Şimşek ne yapmaktaydı bilemiyorum!

Nurcuların içinde bir grubun Hizmet Hareketi’yle arasının iyi olmadığını bu konularda araştırmalar yaparken hem okudum hem de bizzat gözlemledim. Adeta kıskançlığa varan bir durum sözkonusuydu  Bunun sebeplerinden birisi, Hizmet Hareketi’nin kişi ve kurum çokluluğunun (kesret-i etba) diğer Nurcu gruplarının “gıbta damarını tahrik etmesi” pekala olabilir.  Hatıralar ve biyografiler okunduğunda, Said Nursi'nin en yakınındaki talebeleri Fethullah Gülen'i ve zamanla gelişen olgunlaşan Hizmet Hareketi'ni takdir etmişler ve desteklemişlerdir. Bununla birlikte, sonraları gerek Risalelerin basımı ve dağıtımı gerekse eğitim kurumları arasındaki rekabet ile Hizmet Hareketine yönelik çeşitli eleştiriler geliştirdikleri bilinen bir husustur.

Hizmet Hareketi ve günümüzün kimi Nurcu gruplarıyla arasındaki gerilimin diğer sebeplerini de keşke Ümit bey gibi nurcular  biraz da kendilerini sorgulayarak araştırsalar!

Ümit Şimşek, söylediklerini pekiştirmek için Bediüzzaman’dan bir alıntı yapmayı da ihmal etmemiş: “ Cehalet özür teşkil etmez!” Amenna. 

Bu söz bağlamından koparılarak her yere çekilebilir ve herkese uydurulabilir. Benim de aklıma Şimşek’in  yazısıyla alakalı pek çok vecize geliyor Risale-i Nurdan; buraya almayacağım o vecizeleri kendisi Nurcu olarak tanımlanan Ümit bey’in izanına havale ediyorum!

Fazlaca uzatmadan şöyle bitireyim; evet cehalet özür teşkil etmez sayın Şimşek, peki ya insafsızlık!


Monday, May 18, 2015

HİZMET HAREKETİ’NE YÖNELİK BELLİ BAŞLI ELEŞTİRİLER.



Hizmet Hareketi’ne dair mevcut mit’lerden biri de hareketin eleştirilemezliğidir!
Bu teze göre:

 a) Hizmet Hareketi eleştiriye açık değil,
b) kendi içinde bir eleştiri mekanizması yok
c) Hareket’i ‘iyi niyetle’ bile eleştirenler  hoş karşılanmıyor.

Peki, bu eleştirilemezlik tezi bir şehir efsanesi mi, yoksa bunda bir gerçeklik payı var mı!

Günümüzde kimi medya gruplarının ve siyasetçilerin eleştiriden uzak, hakaretlerini eleştiri başlığı altında değerlendiremeyiz. Bu apayrı bir kategori.

Hizmet Hareketi ile ilgili literatüre bakıldığında görülecektir ki, Hareket, akademisyenlerce öteden beri eleştirilmektedir. Hareket etrafında biçimlenen akademik literaürün en başta Hareket'e sempati duyan akademisyenlerce ortaya koyulmasına rağmen, bu literatürün büsbütün eleştiriden hali olduğu iddia edilemez.

Öncelikle, eleştiri ile hakaretin çok farklı şeyler olduğu hususunda mutabık olmalıyız.

Mesela, onca din adamının huzurunda bir din görevlisi, bir din alimi hakkında “alim müsveddesi” derseniz bir eleştiri yapmış olmazsınız, bu düpedüz hakarettir. Üstelik bu hakaret, ima edilen şahsa değil, oradaki haziruna edilmiş bir hakaret olur.

Şöyle ki; genel bir tahminle o hazirunun yarısı kendisine “alim müsveddesi” denilen zata karşı derin bir hürmet ve muhabbet içinde olmasına rağmen hiç bir tepki vermemiş, mesela en azından salonu terketmemiş veya toplantı sonrası yapılan haksız ithamı kınayıcı mahiyette herhangi bir açıklamada bulunmamış; bir diğer yarısı da yine kendisine “ alim müsveddesi” denilen şahsa karşı içlerinde öteden beri besleyegeldikleri kin, gayz ve nefrete rağmen, o şahsın İslami yorumuyla ilgili, mesela tefsiriyle, fıkhıyla, teolojisiyle ilgili veya o zatın Hizmet metoduna dair tek bir akademik makale yazıp eleştiri getirememişler; sadece mezkur hakarete sükut ile, içten içe de sevinerek, mukabelede bulunmuşlar, dolayısıyla da böyle bir hakarete bizzat kendileri maruz kalmışlar ve istihkak kesbetmişlerdir. Bu durum, dindar müneverrimiz için, ulema ve devletlülerimiz arasında cari olan ve hiç de sağlıklı bulmadığım sorunlu durumu resmeden talihsiz anlardan biri olarak kayda geçmiştir.
Bu bahsi geçelim…

Evet, söz edildiği gibi, akademik literatür tahlil edildiğinde görülecektir ki, Hizmet Hareketi sıklıkla ve kıyasıya eleştirilmiştir. Üstelik sadece akademik literatür değil, gazete ve dergiler incelendiğinde de görülür ki belli kesimlerce Hizmet Hareketi hakkında hacimli bir tenkit külliyatı ortaya konulduğu görülecektir. Bu durum da, dünya çapında faaliyetler gösteren transnasyonel bir Hareket için gayet olağandır. Bu eleştirilerin dikkat-i nazara alınarak değerlendirilmesi de Hareket'in menfeatinedir.

Henüz 1980'li yıllarda Cumhuriyet Gazetesi’nden Hikmet Çetinkaya’nın eleştirileri, Hareket’e yöneltilen ilk eleştiriler arasındadır. Çetinkaya, ortaya koyduğu tenkit mekanizması ile, gerek söylem tarzı gerekse doğası itibarıyle, daha sonraları bu minvalde kalem oynatacak gazetecilerin üzerinde etkili olmuştur.
Rahatlıkla ileri sürebilir ki: akademisyenler üzerinde Hakan Yavuz söylemi, perspektifi ve argümanlarıyla nasıl etkili olmuşsa, gazeteciler üzerinde de Hikmet Çetinkaya aynı mesabededir.

Bununla beraber, gerek Çetinkaya’nın gerekse diğer gazetecilerin mesela Ruşen Çakır, Faik Bulut, Ergun Poyraz…Hizmet Hareketi’ne yönelttikleri elestiriler bu yazının konusu değildir.
    
Hakan Yavuz ve John Esposito’nun birlikte edit ettikleri Turkish İslam and the Secular State: The Gulen Movement adlı kitapta  yer yer Hizmet Hareketi’ne bir kısım eleştirilerin yöneltildiği görülmektedir. Bu yazıda bu kitaptaki diğer makalelerdeki eleştiri ve tesbitleri değil, sadece Hakan Yavuz’un Hareketle ilgili üzerinde durduğu eleştirileri ele alacağım. Devam eden yazılarımda da kitaptaki diğer makalelerdeki tartışmalara da bakılacaktır.

Öncelikle şu nirengi  husususun altını çizmekte fayda var:
Nasıl ki eleştiri ve hakaret birbirinden farklıysa, Hizmet Hareketi’nin de gerek akademisyenler gerekse gazetecilerce eleşitirilmesi farklı,  yine Hizmet’in  bu eleştirilere verdiği mukabelenin biçimi, muhtevası ve Hareket'in bu tenkitleri ne kadar tolere edip edemediği durumu da farklıdır.

Sanılanın aksine, Hizmet Hareketi dünden bugüne sürekli eleştirilmiştir, hatta Türkiye’deki dini ve toplumsal gruplar arasında en çok eleştirilen hareketlerden biridir. Yine belirtmekte fayda var ki, Hizmet’e yönelik bu eleştirilerin Hareket’in içindeki kesimlerce  nasıl değerlendirebildiği elbette ki  ayrı bir yazı konusudur. Benim gözlemim, çoğunluğun bu eleştirileri "Meyveli ağaç taşlanır" yaklaşımıyla ele aldığı yönünde.

Özeleştiri bahsinde, Hizmet Hareketi’ne yakınlığıyla bilinen gazeteci ve akademisyen Dr. İhsan Yılmaz, 30 Nisan 2015’te Meydan Gazetesi’ndeki köşesinde şöyle diyor:

“Güvenlikçi, devletçi refleksler verdik. Evet, Hizmet gönüllüleri, kendilerini muhasebe etmeye, özeleştiri yapmaya, kendilerini yarının dünyasına adapte etmeye devam etsin. Ki Hizmet bu amaçla kurucu başkanı olduğum İstanbul Enstitüsü’nü kurdu.”

Hareket’in medyadaki bir diger kalemi Kerim Balcı, 18 Mayis 2015 tarihli “Hizmet Eleştirilemez mi?” başlıklı yazısında şunu söylüyor:

Hem zannetmeyin ki Hizmet geçmişini hiç sorgulamıyor. Nefis muhasebesi kendini kendi kendine ırgalamaktır. Yani içeride ve içtenlikle yapılır. Sizin bilmediğiniz daha nice hatalarımız var, ama bugün onları zikretmek düşmana cephane taşımaktır. Zikretmiyorsak, tevbe de etmiyoruz demek değil. Hiç zikretmeyeceğiz, hiç değil…

Kerim Balcı da Zaman Gazetesi'nin bir diğer yazarı Ali Bulaç gibi  Hizmet’e yöneltilen eleştirilerin zamanlamasını doğru bulmuyor! Ona göre zalim zulmünde ber-devam iken, mazlumun taksiratı tadat edilmez!

Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi ile ilgili üretilen akademik literatürde, eleştirilerin çoğunun bizzat Gülen’in kendisinden ziyade Hareket’e yönelik olduğunu görüyoruz.
Bu eleştiriler de daha çok sosyolog ve siyaset bilimci akademisyenlerce yapılmıştır ki, ben bunu bizzat Hareket’in kendisi için netameli bir husus olarak değerlendirmiş ve şunu demiştim: 

Hareket, keşke evvelemirde felsefeci, ilahiyatçı, dilci ve edebiyatçı, psikolog, ve eğitim bilimlerinden gelen akademisyenlerce ele alınmış olsaydı...sosyolog ve siyaset bilimcilerden önce... Ki bu istikamette çalışmalar ortaya konsa da, nedense son bir iki yılda Batı akademyasında beş yıl kadar öncesine nazaran akademik üretimin de alazaldığını kaydedelim.

Fethullah Gülen’in kendisiyle Hareket’i birbirinden ayırmak, doğal olarak mümkün değildir. Gülen’in düşüncesinin, tefekkürünün, felsefesinin, teolojisinin henüz tam mahiyetiyle incelenememesi, belli koordinatlarıyla hala tastamam ortaya konulamaması, bununla birlikte  Hizmet Hareketi’nin büyüklüğü, faaliyetleri, yerel, ulusal ve küresel çaptaki toplumsal, ekonomik ve siyasal etkileri özellikle sosyolog ve siyaset bilimci akademisyenlerin yoğun ilgisine mazhar olabilmiştir. 2000’li yıllarda Türkiye siyaseti ve sosyolojisine bakan her bir araştırmacı Hizmet Hareketi’ni de dikkate almak zorunda kalmışlardır.

Hakan Yavuz’a göre, Gülen’in Türkiye’deki fikri etkisinin ve Hizmet Hareketi’nin gücünün eleştirileri tetikleyen en önemli unsurlar olarak görür. [1]  Hareket’in Türkiye’deki sekülerler için temel korku sebeplerinden birinin Hareket’in artan sosyal kapasitesinin ve potansiyelinin olduğunu düşünür.[2]  Hareket’e yönelik eleştiriler genellikle Hareket’in laik, Kemalist ve seküler Türk devleti için tehdit unsuru olup olmadığına dairdir.
         
Edit ettiği kitabın, kendi kaleme aldığı bölümün sonunda HakanYavuz, Hizmet Hareketi’ni eleştirir. Yavuz, 2003’teki bu çalışmasında Hizmet Hareketinde tespit edebildiği kimi problemli bölgeleri kısaca işaret etmekle yetinir; 10 yıl sonra yayınladığı daha kapsamlı olan diğer çalışmasında ise bu eleştirileri biraz daha açma imkanı elde eder.[3]

Hakan Yavuz Hizmet Hareketi\ne gelen eleştirileri dört ana başlıkta tasnif eder: 1-Kemalist and seküler eleştiri, 2- Alevi eleştiri, 3- Kürt eleştiri ve 4- İslamcı eleştiri.

Hakan Yavuz’un kendisi de Hizmet Hareketi’ni iki ana açıdan eleştirir:

1-      Hareket’in, kendi mensuplarını başarılı, özgür ve özgün bir biçimde yetkilendiremediğinin altını çizen Yavuz, bireylerin eleştiriden ve muhakemeden uzak yetiştirildiğini ileri sürer. Yavuz’a göre birey, serbestçe düşünme ve davranmaya teşvik edilmez, nitekim Hareket, mensupları için yukarıdan aşağıya hazır fikirler üretir ve bunları dikte eder. Yavuz, Hizmet Hareketi’nin itaatkar kişiler yetiştirdiğini ve bu kimselerin eleştirel olmayan eğitim sistemini eleştirir.[4].  
2-      Hakan Yavuz’un eleştiriği ikinci husus ise bizzat Fethullah Gülen’in kendisidir. Yavuz’a göre Gülen’in düşünceleri tamamen açık, demokratik ve liberal değildir. Mesela, Yavuz Gülen’in demokrasi anlayışının ilke temelli olaktan ziyade enstrümental olduğunu ileri sürer.[5] Yavuz bir adım daha giderek Gülen’in demokrasiden anladığının müslümanca ve daha erdemli bir hayat için bir araç olduğuna inanır.” [6]   

Bu eleştirilerden başka Yavuz’un eleştiriye açtığı diğer alanlar olarak da Hizmet Hareketi’ndeki bayan erkek iliskilerindeki cinsiyet ayrımını ve Hareket’in Kürt meselesindeki sessiz duruşunu ekler.  Son olarak da Hakan Yavuz, Hizmet Hareketi’nin 28 Şubat 1997 post-modern darbesini, siyasal İslamcı Fazilet Partisi’nin rağmına Ordu’nun yanında yer alarak 28 Şubat muktedirlerini desteklediğini düşünür.

Eleştiri bahsinde, son yıllarda Hizmet Hareketi ile ilgili olarak kapsamlı akademik çalışmalar ortaya koyan Helen Rose Ebough, Houston Universitesi’den sosyoloji hocası, bütün literaturü tarayarak ve Hizmet Hareketi ve Fethullah Gülen’e yöneltilen temel eleşirileri yedi grup altında tasnif ettiğini görürüz.

Akademik dünyanın ve basının eleştirilerini çalışmasına konu edinen Ebough, Hizmet Hareketi’ne yöneltilen tüm eleştrileri teker teker sıraladıktan sonra, hepsine ayrı ayrı ve mufassal cevaplar vererek, bu eleştirilerin objektif ve hakkaniyetli olmadığının altını çizer. Bu meyanda, eleştrileri tahlili surette inceleyince görülecektir ki Ebough genel itibariyle haklıdır. Çünkü dinamik bir toplumsal hareket olan Hizmet Hareketine yöneltilen kimi eleştirler, mesela 1980lerdeki devletçi yaklaşım, 1990lardaki Kürt meseelsine bakış, 2000li yıllarda değişmiş ve aynı eleştirilerin tekrar be tekrar işlenmesi anlamsız bir hale gelmiştir. Denebilir ki, eleştirilerin bir çoğu artık niteliğini yitirmiş durumdadır. 


Prof. Helen Rose Ebough, literatürdeki eleştirileri şu başlıklarda incelemiştir:

1-      Fethullah Gülen C.I.A. için çalışmaktadır[7],
2-      Türk gençlerinin beyni yıkamakta, burslar ve çesitli imkanlar sağlanarak gençler kullanılmaktadırlar.[8]
3-      Türkiye’yi modernleşme çizgisinin dışına çıkaran ve geriye götüren irticai bir Hareket’tir.[9]
4-      Sadece kendi adamlarını destekler ve korur.[10]
5-      Hareket, şeffat degildir; gizlilik söz konusudur.[11]
6-      Fethullah Gülen otoriter bir şahsiyettir ve her şeyi kontrol etmek arzusundadır.[12]
7-      Kimileri de Fethullah Gülen’in seküler ve laik Türk devletini ele geçireceğini ileri sürer.[13]


Doğan Koç, Amerika’daki Houston Gülen Enstitüsü Başkanı, Strategic Defamation of Fethullah Gulen: English vs Turkish kitabında bu eleştirileri analitik bir biçimde tahlil ve tasnif eden diğer bir isimdir.[14] Doğan’a göre gerek Fethullah Gülen’e gerekse Hizmet Hareketi’ne yöneltilen eleştirilerin çoğu, basit bir eleştiri sınırının çok ötesindedir. Bilhassa organize edilmiş, sistemli bir karalama ve hakaret  faaliyetidir. Doğan bu eleştirileri akademik olmaktan ziyade siyaseten motive edilmiş faaliyetler olarak değerlendirir.

Kitabındaki temel bulgu şudur:
Eleştirenler ve karalayanalar aynı propaganda merkezinden hareket etmektedirler. Bu odaklar farklı dinleyici ve okur için farklı strateji ve argümanlar kullanmakta ve Hareket hakkıda Türkiye ve dünya kamuoyunda olumsuz bir algı yaratmaya gayret etmektedirler. Mesele Türkiye’de Gülen’i Amerika’nın adamı ve CIA ve Mossad için çalıştığını söyleyerek propaganda yaparken yine aynı kişiler Amerika’da da Fethullah Gülen’i bir Humenyni gibi, Amerika’yı İslamlaştırmaya çalışan bir truva atı olarak sunmaktadırlar.





[1] Yavuz. Enligh. 222
[2] Yavuz. Enlight. 240
[3] Yavuz, Toward, 41
[4]Ibid.,27.
[5] Yavuz.63
[6] Yavuz, Enlit.62
[7] Ebough.117
[8] Ebough.119
[9] Ebough.120
[10] Ebough.121
[11] Ebough.122
[12] Ebough.124
[13] Ebough.115
[14]Koc, Dogan. Strategic Defamation of Fethullah Gulen: English versus Turkish. New York: University Press of America, 2012.