Thursday, July 30, 2015

ÖTEKİ KANADA

Kanada ile ilgili gözlemlerimi ve deneyimlerimi paylaşırken amacım ne yermek, ne yüceltmek! Ama peşinen de söyleyeyim, bu ülkeyi çok seviyorum. Bu sevgim her türlü tarifin ve tasvirin fevkınde. Ama çok da cefasını çektim. Neyse sözkonusu bu değil, belki bir başka zaman anlatırım uzun uzun...

Kanada'da her şey güllük gülistanlık değil elbette! Kanada’nın sefasını sürenlerin yanında, bu ülkede permeperişan olanlar, buralarda kaybolup gidenler de var. "Tam bir Neden Geldim İstanbul'a" hikayesi...

Nice hülyalarla, emellerle buralara kadar gelip, derin hayal kırıklıkları yaşayanlar, gitmek kalmak arasında bir ömrü heder edenler; yıllarca yasal oturum kağıdı için bekleyip işlemleri bitince de kağıdı elinde, ben şimdi ne yapacağım diye oturup kalanlar...

Bazı dostlar,  zaman zaman, biraz da Kanada’nın gerçeklerinden söz et ki, gelmek isteyenler bir kere daha düşünsün diye s'item ediyor. Onlara kalırsa, Kanada'yı öve öve biteremiyormuşum! Farkında bile değilim.

Ben, Kanada'ya gelmek isteyenlere gelin ya da gelmeyin demem; ama buralarda daha çok arkadaşımızın, yurttaşımızın, dindaşımızın, haldaşımızın olmasını da bilseniz ne kadar arzu ederim. Bizim toprağımızın insanı evet biraz tezcanlıdır, hatta kimi zaman huysuzcadır, ama ben bunca yıl hiç bir yurttaşımızdan bir fenalık görmedim. Şöyle candan bir merhaba deyiverin rastladığınızda hemen helva gibi yumuşayıverir.

İsterim ki insanımız önce bir gelsin, görsün buraları...severse bu dünyalar güzeli memleketi, kalmanın yollarını arasın. Bazı şeyleri yaşamadan, tecrübe etmeden tam  olarak nasıl idrak edebiliriz ki! Amerikayı bilmem ama, evet Kanadayı tekrar be tekrar keşfetmeye ih ti yaç var!

Kanada çok uzak bir memleket. Okyanuslar, kıtalar  aşacaksınız. Gözünüz kara olmalı biraz.

Her canınız çektiğinde gidip gelemiyorsunuz. Pek çok gurbetçiye de, yılboyu dişinden tırnağından artırıp edindiği birikimi, uçak ücretlerine harcamak makul gelmiyor. Dolayısıyla bayram kucaklaşmaları, eş dost ziyaretleri, düğün icabetleri, anavatana vuslat başka baharlara kalıyor.  Memleket hasretinin her geçen gün, kor gibi yürekleri dağlaması, Kanada gurbetçisinin ödediği en önemli bedellerden... 

Kanada’ya indiğiniz andan itibaren soğuk gerçekler yüzünüze çarpar. Yaşayacağınız ilk kültürel sarsıntılar sürerken bir yandan, siz her ne kadar İngilizce bilseniz de, dilinizin biraz daha yontulması gerekecek, bu da zaman alacak, yıl, yıllar, hatta beli de bir ömür alacak... Hayata adeta yeniden başlayacaksınız. Siz bunu buralarda pek Türkün olmadığı dönemlerde el yordamıyla yol almaya çalışan Türklere sorunuz. Şimdikilerde ne var! Bir çok şeyi hazır buldular. Bu da bir bahs-i diğerdir, ve vakt-i merhunu geldiğinde uzun uzun anlatılacaktır. 

Meslek sahibi ve eğitimli bir göçmen olarak gelmiş olsanız bile Kanada'ya , belli bir süre işsizlik sorunlarıyla boğuşacaksınız. Temizlikçilik, bulaşıkçılık, taksi şöförlüğü yapacak, arabanızla yemek dağıtıcaksınız; ve diğer buna benzer işler…İlk gelenler hiç bir şeyi hazır bulmadılar, hiç bir zaman hazıra konmadılar...    

Belki, Türkiye’de çalıştığınızdan çok daha fazla çalışmak zorunda kalacaksınız. Yüksek kiralar, maaşınızdan ve satın aldıklarınızdan kesilen yüksek vergiler, yüksek sigorta ücretleri belinizi bükecek. Her geçen gün artan faturaları yetiştirebilmek için çalışmak, daha çok çalışmak ve maalesef ailenizi bile ihmal etmek zorunda kalacaksınız. Bankalar ,bir ahtapot gibi elinizi kolunuzu bağlayacak. Bu nedenle,  eğer zengin olmak, kısa yoldan köşeyi dönmek istiyorsanız Kanada sizin için en iyi seçenek olmayabilir.

Kendi ülkenizde her ne iseniz, hangi konumda hangi işi yapmışsanız , burada bu anlı şanlı mazinizi  unutmak durumunda kalabilirsiniz. Hatta oraya takılıp kalmak, size kaybettirebilir de. O bakımdan, otuzundan, kırkından, hatta ellisinden sonra, yeni bir hayat tarzı, yeni bir kariyer seçmeniz gerekebilir. Doktorsanız, hemşireliğe, işverenseniz, işçiliğe, öğretmenseniz çocuk bakıcılığına, mühendisseniz teknisyenliğe tav olabilirsiniz. Nerde öyle masabaşı işi hemen, sabah akşam pinekleyeceğin!...

Köyden gelip, buralarda gece gündüz didinen, adeta yattığı yeri bilmemecesine çalışan, beş on sene içinde evi barkı olan insanlar var. Türkiye’de sefaletin kucağında perişan olabilecek nice kişi, burada emeğinin, kaba gücünün karşılığını alıyor, Kendince bir Kuzey Amerika rüyası yaşıyor. Daha ne olsun!

Çalışamayanlar için devletin verdiği ufak yardım, kıt kanaat geçiminizi sağlayabilir. Ne oldurur, ne öldürür cinsinden verilen bu aylık nafakayı almaya da iyi gözle bakılmaz. Bir kısım yeni Kanadalılar için, iş buluncaya kadar, devlet yardımı alıp hayatını kıt kanaat idame etmek cazip olabilir, ancak benim şahsi duam, Allah kimseyi o durumda bırakmasın. Devlet yardımıyla pişen aş ya karın ağrıtır ya da baş.

Diyelim hasbelkader, alanınızla ilgili bir iş buldunuz. Bu sefer de, eğer işinizde  uzun süre kalabilirseniz, sabit bir kariyere mahkum oldunuz demektir. Yüksek yüksek diplomalarınız da olsa, Kanada doğumlu, lise diplomalı biri sizin menajeriniz, patronunuz olarak tercih edilebilir. Elbette her zaman için her durumun istisnası olabilir.  Tek tük de olsa iyi yerlere gelmiş göçmenler de görebilmek mümkündür.

Kanada’da çetin hava şartları hüküm sürer. Hatta kar kış handiyse Kanada’yla eşanlamlı hale gelmiştir.  En az beş ay kış olur. Kışın, yeri göğü bembeyaz görmekten sıkılırsınız.

Kanada, kimi sağlık sorunlarıyla boğuşmaktadır. Memleketlerini  terkedip de daha iyi para kazandıkları Amerika’ya göçen epey doktor vardır.  Çoğu Kanadalı’nın bir aile doktoru yoktur, Kuzeydeki bazı yerleşim birimlerinin ise hastanesi yoktur. Büyük şehirlerdeki acil servislerin durumları parlak değildir. Yolunuz acile düşerse, en az beş altı saat beklemeyi göze almanız gerekecektir.

Neyse, daha fazla eksiğini, kusuru tadat edip de sizi kaçırmış olmayayım!
Siz yine de madalyonun çirkin yanını görmek istemiyorsanız, bu kadar kusur kadı kızında da olur diyorsanız, bir kere daha Welcome to Canada.

Bekleriz...


 

Wednesday, July 29, 2015

NİÇİN KANADA


“Herşeyimiz var. Harika insanlar, bereketli topraklarımız, mükemmel imkanlarımız…Bütün bu şeyleri bir araya getirdiğimizde, yaşanabilecek daha ideal bir yer olmadığını görüyorsunuz

                                                                     Bob Rae, Ontario Başbakanı

 

The Reputation Enstitüsü, 2015 yılında, “çevresel, siyasal ve ekonomik faktörleri” gözeterek Kanada’yı dünyada ‘yaşanabilecek en iyi ülke’ seçti. Enstitü başkanı Fernando Prado, Kanada’yı sevmek için sayısız sebebin olduğunu belirterek, kendilerinin özellikle ülkede ‘yolsuzlukların olmamasını, etkili yönetimi ve misafirlere karşı gösterilen hoşgörü ve misafirperverliği’ kıstas olarak tespit ettiklerini vurguladı. Enstitü’nün, G8 ülkelerinde yaşayan 48.000 kişiyle yaptığı surveyden birinci Kanada çıkarken, ikinci İsveç, üçüncü ülke de İsviçre oldu.

Her geçen gün göçmenlik yasaları zorlaştırılsa da, dünyanın her yerinden milyonlarca insanın, gelmek için can attığı bir ülke Kanada.

Elhak, dünyanın parlayan yıldızı; uluslararası imajı yakışıklı bir ülke.  Bu cazibenin gerçekliği olduğu kadar, idealize edilerek, aslından farklı gösterilen yönleri de var şüphesiz. Mesela, Enstitünün altını çizdiği gibi ülke tamamen yolsuzluklardan beri değil, ama tespit edilen yolsuzluklar da cezasız kalmıyor! Yine, göçmenlerin pek çok entegre sorunu var.

Kanada, Birleşmiş Milletler’ce tam yedi yıl ardı ardına dünyanın en yaşanabilir ülkesi seçilmiş. Yine UNESCO tarafından bazı Kanada şehirleri ( Toronto, Vancover, Ottawa...)  çeşitli standartlarıyla dünyanın en iyi  mekanları arasında gösteriliyor.  Kimi eleştirilerimi mahfuz tutmakla, söylemeliyim ki Toronto, en son 2014’te dünyanın yaşanabilir en iyi şehri seçildi.

Soğuk bir ülke olan Kanada’da (ama tahmin edidiği kadar da soğuk sayılmaz) ısınma ve sıcak su sorunu yok.  Kimse çetin kış şartlarında aç ve açıkta değil. Devlet veya halk destekli binlerce STK, yoksullara, evsizlere, ihtiyaç sahiplerine her türlü yardımda bulunuyor. İhtiyaç sahipleri için her mahallede gıda bankaları var, devlet destekli çok uygun fiyata kiralık evler var. Evlerin hepsi, temel  beyaz eşyalarla tefriş edilmiş. Şehir içi ulaşım sorunu yok. Araba ücretleri ve benzin fiyatları, Türkiye ile kıyaslandığında çok ucuz.

Ülke, göçmenlere mecbur (mahkum). Yaşlanan nüfus, dışarıdan gelenlerle dengelenmek zorunda; genç ve dinç göçmenler de sayısı her geçen gün artan emekli nufüsa bakmak zorunda. Devlet, yetişmiş göçmenlerin; eğitimli, dil bilen, deneyimli, düzenli aile yapısına sahip göçmenlerin peşinde. Asıl marifet ise, gelen bu keyfiyetli göçmeni aslı aslınca istihdam edebilmek... Göçmenlik standartları ile birlikte, alacağı göçmen sayısını da artıran devlet, gelen göçmenlerden istediği verimi bir  türlü alamıyor! Hala ciddi entegrasyon sorunları yaşanıyor. Eğitimli göçmenlerin de ülkeden çok memnun oldukları söylenemez. Kısa süre sonra geri dönenler az değil.

Kimi sorunlarına rağmen, Kanada’nın uluslararası sahnede hala cazip bir ülke olarak düşünülmesinin bir kısım nedenlerini sınırlamak gerekirse: 

 

Sağlık

Her ne kadar ülkenin kanayan bir yarası olsa da, hizmetlerin ücretsiz olması, şikayet kapısını belli ölçüde kapatıyor. Her türlü rahatsızlığınızda, hemen yürüme uzaklığındaki sağlık ocağına gidip ücretsiz işinizi halledebilirsiniz. Genel olarak Devlet tekelinde yürüyen sağlık hizmetlerinde ortalama bir memnuniyet olduğu söylenebilir. Çok pahalıya mal olabilecek  ameliyatların, çocuk doğumlarının, ihtiyaç sahiplerine sunulan diş baımı hizmetlerinin ücretsiz yapılması büyük avantaj. Devlet herkese ve aileye özel bir hekim tayin ediyor.

 

Eğitim

Kanada’nın güçlü olduğu kalemlerin başında geliyor. Cazibesi, ücretsiz olması ve ebeveynlere çocuklarının ilgi ve ihtiyaçlarına uygun farklı eğitim seçenekleri sunması. Uygun okul ücretiyle özel İslami okullar var. Hizmet Hareketi’nin anaokulları, ilkokul, liseleri, öğrenci yurtları ve dersaneleri var.  Göçmenlerin azımsanmayacak oranı, Kanada’nın kahrını, çocuklarının eğitimi için çektğiini ifade ediyor. Kanada okullarından mezun bir lise öğrencisi, kendi anadiliyle birlikte, İngilizce ve Fransızca’yı da  öğrenebiliyor. Üniversite eğitimi ücretli, muhtaç öğrencilere üniversiteler ve devlet zengin burs imkanları sunuyor.

 

Ekonomi

Kanada, bütçesi açık vermeyen sayılı ülkelerden…Doğalgaz, ormancılık, su kaynakları, tarım ve teknoloji ülkeye para getiren kalemler. Gönlünüzdeki işi bulamazsanız da, bir şekilde tuttuğunuz iş,  hayatınızı idame etmenize yeter. Çalıştığınız yerlerde, emeğinizin karşılığını alabilirsiniz. Hayat şartları, dünyanın pek çok ülkesiyle karşılaştırıldığında, zor değil.  İşsizseniz iş buluncaya kadar, hiç çalışamayacak durumdaysanız da temelli devlet güvencesindesiniz demektir.

 

Tabiat

Muhteşem bir tabiat.  Allah vermiş de vermiş. Her mevsim ayrı bir güzellikte. Tabiatı, Kanada’nın en önemli albenisi. Ülkeyi baştan sona gezmeye bir ömür yetmez.

 

İnsan hakları

Kanada, herkesin eşit muamele gördüğü, düşüncesinden dolayı kimsenin kınanıp, mahkum edilmediği bir “free country”. Azınlıklarına, göçmenlerine olan muamelesi, adaleti, yerleşik demokrasisi ile uluslararası bir ağırlığa, saygınlığa sahip. Ülkenin göçmenleri, dillerini, kültürlerini ve geleneklerini koruyabilir; dini vecibelerini yaşama, düşüncelerini ifade etme, kültür ve geleneklerini tanıtma hürriyetine sahiptirler. Dernekleşebilirler, duygu ve düşüncelerine göre okullar açıp, toplumsal, kültürel, dini etkinlikler düzenleyebilirler. Kanun önünde herkes eşittir. Ayrımcılığa tahammül yoktur.

 

Dış  politika

Kanada’nın dünya arenasındaki namı “barış yapıcı ve koruyucu”dur. Gerçi Afganistan’daki son gelişmeler bu imajı zedelemişse de; dünyanın sıkıntılı bölgelerine, sivil ya da resmi birimlerini göndererek, oralarda huzursuzluğun sona erdirilmesinde, akan kanın durdurulmasında Kanada her zaman aktiftir..

                                        

Amerika’ya komşu olması

Kır atın ya huyundan ya suyundan… Amerika’ya yaslanması, Kanada’nın lehine mi, aleyhine mi olduğunu tam kestirebilmek kolay değil. Pek çok göçmenin hayalinde, Kanada ile birlikte, Amerika’nın da içinde olduğu bir Kuzey Amerika rüyası var. İki ülke vatandaşları arasında genelde sınır geçişinde sorun yok. Her gün binlerce Kanadalı iş için günü birlik Amerikaya girip çıkıyor, binlerce Amerikalı turist de Niyagara Şelalesini Kanada tarafından daha iyi izleyebilmek için bu ülkeye geçiş yapıyor. İki ülke arasında özel ticaret anlaşması olan NAFTA, iki tarafın işadamlarına çeşitli kolaylıklar sağlıyor.

Türkiye’den yaklaşık onbin kilometre uzaklıktaki bu okyanuslar ülkesinde, sizleri bekleyen nice güzellikler, sürprizler, maceralar bulabilirsiniz. Bakir coğrafyalar keşfetmek, sıcak insanlarla tanışmak isteyenlere ilk önerilecek ülkelerden biri Kanada olabilir.

 

 


 

Tuesday, July 28, 2015

HİZMET’İN MANEVİ ŞAHSİYETİNİN SAĞLIK DURUMU




İnsanoğlu, mana arayan ve iyi ya da kötü başına gelenleri anlamlandırmaya çalışan bir varlık... Sosyal hareketler de öyle.

Hizmet Hareketi, sosyal bir teşekkül olarak çok sayıda insanın hayatının merkezinde. Hizmet, gönüllülerinin hayatına hayat veren bir değerler manzumesi,  umdeleri ve esasları da milyonlarca kimse için bir gaye-i hayal.

Hizmet, “inanç temelli” bir sosyal hareket… Kutsalları var. Özünde ve usaresinde “maneviyat” var; Hareket’in nev-i şahsına mahsus bir geleneği ve kültürü olduğu gibi  canlı bir “ruhaniyatı” da var. Bediüzzaman buna ‘cemaatin şahs-ı manevisi ve kuvve-i maneviyyesi’ diyor.  Bir şahsın ruhu olduğu gibi, bir grubun, bir cemaatin de hissedilebilir, teneffüs edilebilir bir ruhu ve müşterek bir şahsiyeti olduğunu işliyor külliyatında. Beri yandan, kendisi bir ateist olan Irvin Yalom da, çalışmalarında bir grubun manevi şahsiyetinin olduğunu belirterek, bu manevi şahsiyetin grup üyeleri üzerinde iyileştirici, tedavi edici ve şifa verici mahiyeti üzerinde özenle durur.

Hizmet Hareketi’ne gönül verenler, şahsiyetlerini işte bu şahs-ı manevinin havasında yoğuruyor, cemaatin formasyonunda ve maneviyatında adeta ikinci bir fıtrat ediniyorlar; kendi özgünlükleriyle, şahsiyetlerine mahsus koku ve renkleriyle, parçası oldukları şahs-ı maneviyeye ayrı bir hava ve değer katıyorlar. Bu yüzden, Hareket’in manevi şahsı yaşayan bir organizma olarak,  kimi zaman metafizik bir gerilimle şahlanıyor, kimi zaman sükunete gark oluyor; kimi zaman neşve ile geriliyorken, bir başka zamanda ise hüzne ve ıztıraba boğuluyor.

Hükumet’in  yaptığı ise Hizmet’in maneviyatını bozmak! 

Bunu da Hizmetin kutsallarına tehacüm ederek, Hareket’in bireyleri arasında bir bozgunculuk çıkarmaya çalışarak kotarma gayretinde...
Bu aralar, zihnimi kurcalayan sorulardan biri şu: 
Şu mahut süreçte, Hizmet Hareketi’nin maneviyatı, manevi şahsiyeti nasıl etkilendi? 
İnanç temelli bir hareket olan Hizmet, içinden geçmekte olduğu bu sıkıntılı ve tahripkar süreçte manen ve ruhen nasıl bir transformasyon geçirmekte?

Şahsi gözlemim: Hizmet’in manevi şahsiyetinin sağlığı gayet yerinde.

Hizmet, kurucu değerlerine, ilkelerine daha sıkı sarıldı; hizmeti Hizmet yapan özgün özünü, daha sıkı bir koruma altına aldı; ezcümle manen kendini takviye etti.

Hizmet’in amacı, bireyde dini bir teşekkül ettirmek, zaman içinde bu şuuru ziyadeleştirip, şahsı eyleme geçirmek, son tahilde de yüksek biliç sahibi bireylerden adil bir cemiyet inşa etmek…  

Hareket’in kurucusu Fethullah Gülen, 1960’lardan itibaren ülkenin şartlarına uygun olarak böyle bir vizyon geliştirmiş. Bediüzzaman’ın işaret ettiği İslam dünyasının düçar olduğu köklü sorunlardan olan “cehaleti” ortadan kaldırmak için Gülen, himmetini ve gayretini eğitime teksif etmiş; bizzat kendisinin yönlendirme ve teşvikleriyle dünyanın hemen her yerinde yüzlerce, binlerce eğitim kurumu açılagelmiştir. Hayatını, maarife, eğitime, milletin en çok ihtiyacı olan şeye, yani adam yetiştirmeye adamış.

Bu yüzden “Dersane meselesi” sıradan bir konu olmanın çok ötesinde. 
Eğitim, Hizmet Hareketi için varoluşsal mahiyettedir, fundamentaldir. Dersane meselesinde, Hükumet'in sergilediği aculiyet ve hoyratlık, milletin bir asırdır kanayan maarif yarasını tamir etmeye müteveccih değil; bilakis, siyasi garez sahibi bir kesimin, bir Camia’nın kutsalına hayasızca saldırısından ibarettir. Hayır, sadece bir Camia’nın kutsalına yapılmış saldırı değil, milletin bu kanayan yarasına çeyrek asırdan fazladır öyle ya da böyle merhem olmaya çalışan bir sistemi, hiç bir altyapı hazırlığı yapmadan ortadan kaldırmaya çalışarak, o yarayı kangrenleştirmesidir.

Dersane ve diğer eğitim kurumlarına yapılan sistemli ve stratejik saldırılara, Hükumet’in algı fabrikası gibi çalışan kimi medya organlarının da tahammül-fersa karalama ve iftiraları, bizzat Hareket’in liderine yapılan tezyifkar ithamları, toplum nezdinde küçük düşürmeye yönelik tahkirleri de eklenince Hizmet Hareketi sarsıldı! Evet sarsıldı, fakat maddeten!

Asıl konuya geçmeden Gülen’in şahsına yapılan tahkir propagandalarıyla ilgili şu cümleyi kurmak isterim: 
Hareket içinde, her şey bir yana, en çok Gülen’e yapılan saldırılardan dolayı üzülen ve müteessir olan kimselerin varlığını biliyorum. Bununla birlikte, tarih boyunca İslam dünyasında çeşitli sebeplerle karalanmaya çalışılan manevi şahsiyetlere ve hassaten de ülkenin bugün içinde buluduğu talihsiz siyasal ve toplumsal bağlamına bakarak, acizane Gülen’in manevi şahsiyetine hiç bir halel gelmeyeceğini, bilakis süreç sonunda asıl kazananın bizzat kendisinin olacağını düşünüyorum. Dolayısıyla, tavsiyem, insanların kendi şahsi durumlarına ve duruşlarına dikkat etmesi yönünde..

Bu yazıda,  ruhaniyatı (spiritualite), bilimsel anlamda psikoloji ve zihin sağlığı gündemine sokan çağdaş düşünür Kenneth Pargement’in Sorunlarla Ruhsal Olarak Başaçıkabilme şeması olarak tercüme edebileceğim formulasyonu üzerinde durup bu formulasyonu Hizmet Hareketi özelinde kısaca da olsa değerlendirmek istiyorum. Bu arada, bilmeyenler varsa Pargement’in bu alandaki çalışmalarını hararetle öneririm, özellikle de Spiritually Integrated Psychotherapy adlı kitabını.

Maneviyat ve ruhi hayat, Hizmet’in en hayati unsuru. Bu sebeple, Hareket’in kutsal boyutlarına yapılan saldırılar, Hareket içinde olumlu ve olumsuz olarak manevi gerilimi artırıyor; Hareket gönüllülerinde bir öfke, bir endişe, bir mahcubiyet, bir hırs da meydana getiriyor.

Hükumet, Hareketin hem liderini, hem gönüllülerini, hem kurumlarını sürekli “şeytanlaştırmaya” devam ediyor. Dahası, Hükumet'i destekleyen medya da bu şeytani (demonic) dil ve üslupla tezvirata hiç ara vermeden devam ediyor. Bu noktada kabul etmek gerekir ki, Türkiye toplumunun hatırı sayılır bir kesimi, Hukumet'in yapageldiği Hareket karşıtı bu sistemli propagandadan etkilendi. Ülke sathında, zihinler karış(tırıl)tı.

Bu yazının da ana tezi olduğu gibi, işte bu zorlu süreç, bizzat Hizmet’e ve gönüllülerine, hem dünyevi hem uhrevi kıymetli fırsatlar sunmakta. Sunulan bu imkanları değerlendirebilmek ise, farkındalık, şuur ve esneklikle birlikte, manen güçlü olmaya bağlı.

İnsanlar, bu süreçte bulundukları durumu sorguladılar, kimi önyargılarından ve çekincelerinden kurtuldular, içinden geçmekte oldukları süreci daha derince bir değerlendirmeye tabi tuttular; bireysel ve toplumsal hayatlarına daha yoğunca bir ruhi perspektiften bakabilme, kendi manevi hayatları hakkında düşünebilme, daha sistemlice tefekkür edebilme imkanı buldular.

Genel itibariyle, Hizmet gönüllülerinin zihinlerindeki yakıcı soru şuydu:

Başımıza gelen bütün bu olup bitenler ne anlama geliyor?

Ve bu eksende uzayıp giden sorular: Bütün bunlar neden oldu? Burada Allah’ın mesajı ne? Hikmet-i İlahiye ne murat ediyor? Peki ama, Allah kimin tarafında….minvalli onlarca manevi ve ruhani sorgulamalar...

Hareket gönüllüleri, bu anlam ve hedef aradıkları süreçte, zaman zaman birbirinden çok farklı duygular sarmalında gidip geldi. Öfke, endişe, güven duygusunun zail olması ve utanç gibi bir dizi güçlü ve olumsuz duygular, cesaret, itminan ve özgürlük gibi müspet hissiyatla kol kola girdi çoğu zaman...

Evet, zihinler de, gönüller de karmakarışıktı. 
Kimi, derin bir utanç ve mahcubiyet duygusu besledi içten içe, kendine karşı, Hükumet’e karşı, ülkeye karşı, Hizmet’e karşı... Ülkeyi terkedip hizmet için hicret etmek isteyenlerden tutun, süreçte Hizmet'in kimi uygulamalarını ve şahsiyetlerini sorgulayanlara kadar, İktidar ve Hareket arasında başgösteren müzahemeye ve cemaatin düçar bırakıldığı hallere, kendi günahlarının ve ibadet eksikliğinin neden olabileceği düşüncesiyle, kendini suçlayan kimseler  oldu.

Böyle bir halet-i ruhiye, Kenneth Pargament’e göre, krizlerle yoğunlamasına boğuşan kimseler için değerlerini, ilkelerini sorguladıkları ve zamanla da kristalleştirdikleri normal bir süreçti.

Böylesine gitgel duygular insanların her günkü yaşamının bir parçası oldu. Bu belirsizlikle başaçıkabilmek, her gün üstüste gelen tehditlerle  mücadele edebilmek için, insanlar manevi kaynaklarına bir kez daha, fakat bu sefer daha güçlü olarak yöneldi, o kaynaklardan kendilerince çözüm usulleri üretti; ayakta kalmaya, dimdik durmaya gayret etti.

Aynı zamanda, Hizmet’in bu süreçte daha şeffaflaştığı ve esnekleştiği de bir gerçek. Belki de ilk kez, insanlar Hizmet’le ilgili olan bitenleri daha farklı, özgün ve otantik açılardan yorumlamaya başladı. 
İnsanlar, kendi ruh ve mana köklerinden devşirebildikleri ipuçlarıyla eşya ve olaylara karşı daha mütehammil (resilience) hale geldiler. Bir yere tutunmadan ayakta kalabilmeyi öğrendiler.... (Evet, bu son cümleyi kurduktan sonra bir nebze düşündüm. Dünyanın en ücra beldelerine giden insanlar, oralarda elbette kendi ayaklarının üzerinde duruyorlardı, kastım bu değil. Zorluklar karşısında, kendini zaman zaman “şirket-i amali uhreviye” konseptinden tefrik edebilmeyi (disintegre) kasdettim). Sonuçta ne kadar anlamlı ve sık dokulu bir bütünün parçası olursa olsun, insanoğlu kendi dünyasında, kendi hayatını yaşıyor.

Süreçte, manevi ve dini değerler, en mühim başvuru kaynaklarından oldu;  Hareket’in gönüllüleri, kendilerine gelmeleri ve zorluklarla başaçıkabilmek için bu değerleri tekrar be tekrar ziyaret etti. Pargament, inanan insanların, yaşadıkları maddi zorluklar karşısında temelli değişimler içine girebileceğini ileri sürüyor, bunun için de o kişilerin ne yaşadığının, nasıl bir süreçten geçiyor olduklarının farkında olması ve yaslanabilecekleri sağlam kaynaklarının bulunması gerekiyor.

Ne ki, manevi değişimler, ruhi büyümeler kolay olmuyor. Tekamül zamana vabeste, bilinçli olmaya, cemali de celali de bir bilmeye bakıyor. Batı’da ortaya konan çok sayıdaki akademik çalışma, zorluklar karşısında manevi mücahedenin büyüme ve olgunlaşmaya önemli bir vesile olduğunu ortaya koymakta. Manevi değişim, bireyler için de camialar için de zahmetli bir süreç. Kabuk değiştirmek, acıyı bal eylemek, acıları sağaltıp yola devam etmek kolay değil.

Hizmet’in de hal-i hazırda içinden geçtiği böyle bir bilinçlenme ve tevhid süreci... 
Maddi düğümleri mana anahtarlarıyla açma süreci...
Hizmet’in kendine mahsus zengin manevi beslenme ve ilham kaynakları var. 
Hareket’in gönüllüleri, bu kaynaklara müracaat ederek, zorluklar esnasında, tashih-i niyet ve tecdid-i zaviye yapabilmeleri her zaman mümkün.

2013’te başlayan zor süreçle, Hizmet Hareketi’ndeki kimseleri yoğun bir Kuran-ı Kerim okuma faaliyeti içinde görüyoruz. Süreçte, gönüllüler arasında binlerce hatim paylaştırıldı, mahkeme koridorlarında, kapısına kilit vurulması beklenen dersane odalarında ellerinde Kuran-ı Kerim ve cevşenli erkekler ve bayanlar, çocuklar ve yaşlılar gördük. 
Maddi baskı arrtıkça, manevi direnç de kesafet kesbediyordu.

Hizmet dairesinde, Bediüzzaman Said Nursi'nin Risale-i Nur külliyatının da bu dönemde önceki dönemlere göre daha fazla okunduğunu tespit ettim. Fethullah Gülen’in kitapları, sohbet ve vaazları, Hareket’e gönül verenlerin altını çizerek okudukları, can kulağıyla dinledikleri başvuru kaynaklarındadı. Çoğu kimse, şu anda yaşanan zorluklar hakkında Gülen’in daha önceden haber verdiğini, önceki yıllarda yayımlanan yazılı, sesli ve görüntülü materyallerden bulup çıkararak yürüdükleri yolun doğruluğu ve hakkaniyeti hakkında deliller ileri sürdü. Gülen'in, yıllar önce kaleme eserlerinde değindiği Hareket'in istikbalde karşılaşması kuvvetle muhtemel böylesi durumlar vardı. Gülen'in, Hareket'e gönül verenlerin ne yapmaları gerektiğini de tavsiye ettiği bu kitaplar yeni yorum ve perspektiflerle bir kez daha değerlendirildi. Gülen’in Bamteli'ndeki sohbetleri de insanların can kulağıyla dinleyip ilhamlar, çareler, şifalar, hikmetler ve çözüm yolları aradıkları manevi kaynakların başında geldi.

İnsanlar gerek ferdi, gerek bir araya gelerek manevi keşif yolculuklarına çıktı; bu yolculuklarda manevi itiminan, emniyet ve sükunet ile birlikte, teselli bulacakları bir beşaret, bir muştu da arandı.  
İnsanların, kendi yolunun esslarına göre evrad ü ezkarla, dua saatiyle, hacet namazlarıyla, teheccütlerle, oruçlarla manevi duruşlarını netleştirdikleri, takviye ettikleri görüldü. Mesela, kemmiyetin keyfiyetle uyum sağlamakta zorlandığı önceki dönemlerde, çeşitli festival organizasyonları, kurum sayısını çoğaltma vesair gibi daha maddi konularda hızla ilerleyen Hareket’in bu süreçte ise, biraz daha içe çekilerek daha fazla mana ve marifet sohbeti düzenleme, Kuran okuma, ibadet, taat ve dua etme gibi manevi konulara ağırlık verdiği gözlemlendi..

Kenneth Pargament'e göre kişiler, yaşadıkları zorluklara, müspet bir biçimde şu şekilde mukabelede bulunurlar:

1-      Müşfikane ve hayırhahça değerlendirme ve yorumlarla:

Pargament, mana nokta-yı nazarından bakıldığında travmaların, trajedilerin bir hikmeti olduğunu, her bir bela ve musibetin Kudret-i Sonsuz’un hususi bir mesajını taşıdığını ileri sürer. Bu bakış, Bediüzzaman'ın Lemalar adlı eserinde örnek verdiği Hz. Yunus ve Hz. Eyyüp vakalarını anlatırken sunduğu perspektifle aynıdır. Bu bakışa göre, başa gelen bela ve musibetler Allah’tandır, alan da veren de odur. Dolayısıyla şekva ve isyan yerine sabır ve şükür esas olmalıdır. Felaket ve helaket zamanlarında, has kulunu imtihana tabii tutan, onu türlü zecir ve kabz hallerine koyan Allah, bu şekilde kuluyla daha hususi bir münasebet kurmaktadır. 

İslam teolojisinde, hiç bir şey tesadüfi değildir; başa gelenin bir esbab-ı nüzulu ve sebeb-i hikmeti vardır. Hilkatin de neticesi sabr u sebatla tekamüldür. Allah, kimseyi tahammülünün fevkınde sınamaz. Pargament de, acı ve çilenin anlamsız olamayacağını, hatta gerekli olduğunu, manevi imtihanların kişinin tekamülüne vesile olduğu düşüncesindedir. 

Burda, başımıza gelen imtihanların bizim için bir izzet vesilesi olabileceği gibi, zillete sebep de olabileceğini unutulmamalı. İsyan duygularının esiri olup bela ve musibetlerin altında ezilmemeli...

Hizmet dairesindeki çoğu kimse, bu süreci bir ikaz ve ihtar-ı İlahi olarak değerlendirdi, bütün muztar kalınan bu eza ve cefanın bir hikmetinin olduğuna inandı. Ümidvar olmaya özen gösterildi.
Hareket’in gönüllüleri, Hizmet’in umdelerine daha sıkıca sarıldı; sadakat yenilendi. Bu başlık altında kısaca söylemek gerekirse, stresli dönem ve durumlar maneviyat zaviyesinden tekrar değerlendirildi, tanımlandı ve daha iyi anlaşılmaya çalışıldı. Bu zulmün, birileri sadece vesile kılınarak, kendilerine Allah tarafından musallat edildiğine olan inanç pekiştirildi, hatta bu baskın bir söylem haline geldi. Bu zulmün, kendilerini intibaha sevkedecek olmasından bu duruma şükredenler de oldu!

Konuyla belki doğrudan alakası yok ama, affetme, bağışlayabilme gibi son derece İslami ve insani olan bir diğer kavram da bu dönemde öne çıktı. Hizmet camiasındaki çoğunluk, ne olursa olsun kendilerine bu zulmü reva gören Hükumet’e ve kimi zatlara haklarını helal edebileceğini ve onları bağışlayabileceğini belirtirken, daha azınlık bir diğer grup ise, haklarını asla helal etmeyeceğini, bu zulmü mahkeme-i Kübra’ya havale ettiklerini arayacaklarını ifade ettiler.


2-      Manevi bir destek ve irtibat aramak:  

Pargament, zorluklarla manen başaçıkabilmenin, ibadet ve taatle, meditasyonla, dini liderlere sadakatle, aynı cemaatten kimseler arasındaki bir araya gelmelerle, dini ritüelerle, sanatın muhtelif formlarıyla, tabiatle de sağlanabileceği düşüncesinde… 

Süreçte de görüldü ki, daha önceden aralarındaki en ufak konularda anlaşmazlıklar yaşayabilen bazı Hizmet gönüllüleri, bu süreçte birbirlerine karşı daha tahammülkar ve birbirlerinin hayırhahı olmaya başladılar; aralarındaki irtibat eskisine nazaran daha da güçlendi. Birbirlerine olan ziyaretler arttı, birbirleriyle daha çok zaman geçirmeye başladılar. Mesela, süreçte, Hareket'in yanında durmak ciddi bir sadakat emaresi sayıldı ve gönüllüleri birbirine yakınlaştırdı, eski dostluklar pekiştirildi. Bu süreçte, “davaya imanım arttı” diyenlerin çoğunlukta olduğu görüldü. Nostaljiye özlem arttı. Hareketin mutfak kültüründeki önemli gıdalar, maklube, patateli yumurta, çay...daha özel bir anlam kazandı.

Musibet ve belalar ile, topeykün Cemaat halinde başaçıkma sürecinde, Hareket dairesinde zengin olanlar eskisine nazaran daha fazla bağışta bulundu, himmetler etti, öğretmen olarak vazife yapanlar mesai mefhumunun çok dışına çıkarak gecesini gündüze kattı, maaş almamasına rağmen özverileri daha da ziyadeleşti.

Şurası da ilginçtir ki, Hizmet gönüllüleri, birbirlerine tutunarak ayakta kalma ve duruşlarını takviye etme sürecindeyken bir araya geldikleri içtimalarda, meşveret ve sohbetlerde siyasi mevzulara girmekten özenle kaçındı. Maruz kalınan kötü ve haksız muameleye rağmen siyasi mevzulara girilmedi, bunun yerine manevi konulara odaklanıldı ve cemaat halinde ibadet edildi.

3-      Manevi arınma:

Pargament, kişinin hayatına anlam katan manevi kaynaklarının, kriz zamanlarında kişinin zihin ve kalp sıhhati için, ruhen arınması ve özüne ermesi için hayati önemde olduğunu vurgular. Bediüzzaman’ın da özellikle vurguladığı gibi, insan sıkıntı ve hastalıklarla tasaffi eder, hafifler, saflaşır, maddi ve manevi yüklerinden kurtularak kendini ayıklar, sadeleştirir. 

Ünlü yazar Harold Kushner, “When Bad Things Happen to Good People" ( Güzel İnsanlara Kötü Şeyler Olduğunda) kitabında, 14 yaşında vefat eden oğlunun trajik ölümünü anlatır. Oğlunu kaybetmesini bir ikaz olarak değerlendiren Kushner, zorlu bir ruhi ve nefsi bir mücahededen sonra kendisin koruyup gözeten bir Allah’ın varlığına inanır ve bu vakanın kendisinin uyanışına vesile olduğunu, hayatını değiştirdiğini anlatır.

Ezcümle, herşeyde bir hayır vardır, ya sebebi ya da neticesi itibarıyle… Zaman, başa gelen bu hadiseleri tefsir edecek, yerli yerine oturtacak.  Hizmet Hareketi için zahiren sıkıntılı ve kasvetli geçen bu dönemde Cemaat, topyekün  başarılı bir manevi transformasyon geçiriyor. Genel itibariyle, Hareket’in gönüllüleri, sebebi ne olursa olsun, başa gelenin bir şefkat tokadı olduğuna ve bu zulmün toplu bir silkinmeye vesile olacağına inanıyor. 

Süreçte, Hizmet Hareketi’nin manevi direnci bileylendi, gönüllüler arasındaki saflar sıklaştırılmış oldu. Süreçte, tahripkar hamlelerle, Hizmet Hareketi'nin dağılacağını sananların aldandığı, Hareket’in adanmışlık, sadakat, vefa, fedakarlık benzeri manevi kaynaklarından bihaber olduğu görüldü. 
Kendisini yıllardır görmediğim bir dostumun şöylediği şu sözler, Hizmet Hareketi'nin ruhu olan "yaşatmak için yaşamak" düsturunu açıklıyordu:
“Biz güzel bir hayatın değil, güzel bir ölümün peşideyiz”...

Saturday, July 25, 2015

HİZMET HAREKETİ’NİN ENTELEKTÜEL KAPASİTESİ 5: EV DANASI ÖKÜZ OLMASA DA...


Hizmet Hareketi içinde zengin bir çeşitlilik var. Sanılan tektip, tekduze imajinin aksine, birbirinden oldukça farklı sesler mevcut…ki sayısı  milyonlara baliğ bir camia için aksi de düşünülemezdi zaten!

Bu zengin insan çeşitliliği içinde dikkatimi çeken bir husus var: Hizmet dairesindekiler genel itibariyle zeki, IQ'ları yüksek kimseler…Şakirtleri, tarafsız bir nazarla, belli bir süreliğine gözlemleyin; kahir ekseriyetin, makul, samimi ve aklı başında insanlar olduğunu kolayca farkedeceksiniz. 

Camia içinde çıkan okul birincilikleri, dünya genelindeki bilim olimpiyatları başarıları vesair asla bir tesadüf eseri  değil. Bu parlak muvaffakiyetler adeta cemaatteki külli zekavetin de birer remzi ayni zamanda. Hizmet’in hitap ettiği kitle dünden bugüne Türkiye’nin makul ve aklıbaşında çoğunluğu, eğitimli ve zeki tabakası olageldi.

Nitekim, bu durumun farkında olan Hizmet içindeki kimseler, biraz da nükteyle karışık, “Bir insanın bu Hizmet Hareketi’ni anlaması, idrak edebilmesi için zeki olması gerekir” diyor.

Ben, Hareket içinde akranına, emsaline zekavetiyle rüçhaniyet kesbetmiş, adeta deha çapında çok kimse gördüm, tanıdım. Bakmayin kendilerinin mutevazi olmasina... Kimi ateşpare zekasıyla eşyayı ve hadiseleri çok sofistike bir biçimde tevil ediyor, kimi tam bir hitabet ustası, kimi manen yüklü mü yüklü, ruhaniyat İQ’sü ağır mı ağır bir mubarek; kimi de adeta Einsteinlerın, Edisonların günümüzdeki tilmizi…Kimi  sessiz, kimi delismence, kimi muzip, kimi kalender bu tiplerin ve karekterlerin hepsinin aynı evde, aynı öğrenci yurdunda, aynı bölgede kaldığını; her daim birbiriyle münasebet ve haliliyet içinde olduklarını düşünün…Evet, halinden, tavrından, dirayetinden…nüktesinden kendini belli eden bu azmi, cezmi, gayreti ve ikdamı tam şahsiyetler, Hizmet dairesine adım attıkları andan itibaren Hizmet’te sorumluluklar almışlar ve kendilerine muhtelif kademelerde yerler edinmişlerdir...Ama kabiliyetlerine göre değerlendirilmişler, ama müstesna dehaları ziyan olmuş, her zaman Hizmet dairesinde ucundan tutabilecekleri bir işleri olmuştur. 

Hizmet dairesinde oturup kalkmalarım, muaşeretlerim, münasebetlerim esnasında toplam IQ’suna her zaman şehadet ettiğim böylesine çaplı insanlardan müteşekkil bir Hareket içinde, kayda değer, mesela son çeyrek asırda Türk düşünce dünyasına etki eden entelektüel bir zümre çıktı mı? Bu minvalde, daha önce kaleme aldığım bir kaç yazımı okuyanlar, bu soruya olumsuz cevap verdiğimi bileceklerdir.

Bu yazıda da aynı konuyu Hizmet’in insan kaynakları tasarrufundaki bir kaç hususa işaret ederek irdelemeye gayret edeceğim:

Üniversitelerdeki bölümlerine dereceyle giren zeki ve kapasiteli gençler, Hizmet bölgelerinde ehl-i hizmet ve keyfiyetli bir ‘şakirt’ olarak yetiştirildi. Anadolu’nun her yerinden büyük şehirlere tahsile gelen bu genç ve açık dimağlar, Hizmet’in kendilerine anlatmaya çalıştığı şeyleri anlamakta pek zorluk çekmedi. Fıtraten de cevval ve ceyyit olan bu gençlere öğrenciliklerinden başlayarak Hizmet içinde ‘kariyer’ imkanları sunuldu. Kısa zamanda Hizmetin vizyonu anlayan ve formasyonuna uyum sağlayarak, zamanla her adımlarında “İstikbal inkılabatı” hayalleriyle sarmaş dolaş yaşamaya başlayan ve Hizmet’in ana gövdesini oluşturan bu fedakar ve kabına sığmaz üniversite talebeleri, kendi kabiliyetleri ve meziyetlerine göre, kah bölgede talebe ile ilgilendi, kah esnafla, kah yayıncılıkla…. İlk zamanlar, gerektiğinde tek bir kişi bunların hepsiyle birlikte tek başına ilgilendi. Zamanla, Hareket kemmiyetçe ziyadeleştikçe ve etkinlik alanları bakımından da çeşitlendikçe  ihtisaslaşma kaçınılmaz hale geldi. Ama fedakarlık hiç değişmedi!

Kabiliyetli, muhlis ve içten bu gençler  Hizmet dairesindeki meşguliyetleri esnasında, halkla birebir temasa geçtiler, insan ilişkilerindeki becerilerini inkişaf ettirdiler, zengin hayat tecrübeleri edindiler, yaşlarına göre erken olgunlaştılar, oturaklaştılar, görgü sahibi oldular… Kendilerini istikbalin çetin şartlarına hazırladılar. Hizmet’in en büyük muvaffakiyetlernden biri, sayısı onbinlerle ifade edilen bu genç talebeleri, kendi içinde istihdam edebilmesi, talebelikleri esnasında büyük fedakarlıklar sergileyen bu gençlere Hizmet içinde çesitli vazifeler vererek onlara liderlik becerilerini keşfetme, işleme ve geliştirme imkanları sunabilmesidir. Düşünün, henüz bir üniversite birinci sınıf talebesi, Hizmet içinde sosyal sorumluluklar aldı, kimi daha öğrenciliğinin ilk yıllarında öğretmenliğe, kimi yöneticiliğe başladı.

Gayet tabii olarak, bu zeki, fedakar, dertli, gayretli gençler, talebelikleri esnasında okul derslerine gereken önemi veremedi! Dörtbaşı mamur bir üniversite öğrenciliği yaşayamadı. Üniversite öğrencisi olmak, Hizmet dairesi içinde olabilmek ve hizmet edebilmek için sadece bir vasıtaydı! Hem kendilerini derslerine nasıl versinler! Okul derslerine en son giren ve en önce dersten çıkan da onlardı. Derslerden çıkar çıkmaz soluğu kaldıkları öğrenci evlerinde, dersanelerde alırlardı. (Bu kelimeyi dersane tartışması ile karıştırmayın, şimdi ışık evi vesair denilen öğrenci evlerinin eskiden tek adı vardı: Dersane). Bu öğrenciler, okullarındaki “günah seylabesi”nden alelacele sıyrılıp adeta bir “vaha” gibi kendilerini bu mekanlara zor atarlardı. Bu evler, onlar için yegane nefes alıp verebildikleri mekanlardı, bu atmosferden ayrı kaldıklarında kendilerini sudan çıkmış balık gibi hissederlerdi!

Yine otağını umumiyetle büyük şehirlere açmış ve Bilkent, Boğaziçi, ODTÜ gibi üniversitelerde talebe olan bu gençlerin evleri 24 saat adeta bir arı kovanı gibi işlerdi. Bu öğrenciler, evlerini, sofralarını, gönüllerini evlerine gelip giden ortaokul ve lise talebelerine sonuna dek açar, onlara sahip çıkmaya çalışır, abilik yaparlardı. Kendi derslerini ihmal eder, ama lise talebelerini sınavlara hazırlarlardı. Kah okul yorgunluklarını atmaları, kah ailevi sorunlarını unutmaları, kah ilk aşklarının yaralarını onarabilmeleri için o çocuklarla geceler boyu dertleşir, onların sırdaşı olur, haftasonları piknikler yapar, futbol, tenis, basketbol oynar, yaz ve kış okuma ve dinlenme programları düzenlerlerdi!
Kurban derisi toplanacaksa yine bu gençler elini taşın altına sokar, aileleri ile bile bayramlaşmadan o zor şartlarda, Devlet Baba’dan zılgıt yeme pahasına mahalle mahalle deri toplardı.Mevsimi gelince ev ev, meydan meydan gezip dolaşarak gazete dergi abone işlerine bakan, üniversiteye hazırlık dersanelerinin afişlerini asan, bir başka zeki talebe bulabilmek ve onun gönlüne girebilmek için okul okul gezen, eve gelen talebeye yemek, çay hazırlayan da hep bu talebelerdi. Sadece uyanık hallerinde değil, hayal ve rüyalarında bile ilgilendikleri talebelerle meşgul olan gençler, bırakın kitap okuyup da kendilerini yetiştirmeyi, ders çalışmaya bile vakit bulamazdı. Hatta meşgalelerinden dolayı vize ve final tarihlerini unutanlar da olurdu. Ah o “yarın benim sınavım var biraz ders çalışayım” demeyi bile davasına ihanet olarak gören yüce ruhlu gençler! 

İşte bu gibi meşguliyet ve vazifelerden dolayı, bu gençlerin, derece ile girdikleri bölümlerindeki  ders notu ortalamaları fazla yüksek olmazdı; hatta çoğu okulu zar zor bitirir, 4 yıllık bölümleri beşleyenler de olurdu. Bu gençlere üniversiteyi bitirince ne olacaksaniz diye sorsanız; mesela hukuka gidiyorsa, “sınavlara hazırlanıp hakim savcı olacağım” gibi dünyevi amaçlar telaffüz etmeyi kendisi için  zül sayardı. Çoğu, “hizmet adamı” olabilmeyi bir öncelik olarak belirlemişti kendisine…

Diğer yandan… evlerde hal ve hareketi, giyimi kuşamı, kimi zararlı itiyatları sorun olarak görülen, ‘şakirtliği zayıf’ kimseler ise daire dışına çıkmasınlar, herhangi bir serkeşliğe bulaşmasınlar; hem de kendilerini okul derslerine versinler diye kendilerinden daha az fedakarlığın beklendiği öğrenci yurtlarına yönlendirilirdi. Bu çocuklar buralarda ders çalışıp akademisyen olsunlar, memur olsunlar diye bakılırdı kendilerine. Yurtlarda kalan bu öğrencilerin aralarından zamanla şakirtliğini geliştirenler sonradan evlere de kaydırılırdı; bir zaman sonra Yurtçuluk hizmetleri de gelişti, ama bir dersanede kalmanın zevki ve havası her zaman başkaydı. Evet, yılar sonra evlerde şu bu sebepten dolayı kalamayacağı için yurtlara yönlendirilen pek çok kişi, derslerine özen gösterdi; kimi memur, bürokrat oldu, kimi akademisyen…

Ben, o yüz kişi arasında zekavetiyle temayüz eden deha çapında gençleri düşünürüm zaman zaman. Ne yaparsa yapsın, en güzelini, en kalitelisini yapacağından asla şüphe duymayacağım olağanüstü fıtri kabiliyetlerle mücehhez Hizmet’in dinomosu, ana gövdesi olan o gençleri!...Kader, onları dünyanın farklı coğrafyalarına savurdu. Bugün bile arasanız, ruha inşirah salan serin sesleriyle size 30 yıl öncesindeki masumiyetleriyle konuşacak Sametleri, Muratları, Mehmetleri bıraktığınız yerde bulursunuz.

Hizmet Hareketi’nde, bir fedakarlığı vurgulamak maksadıyla, falan önemli üniversiteden mezun olmasına rağmen fülan kişi, Afrika’nın, Asya’nın feşmekan ülkesine gitti gibi bir söylem vardır. Elhak bu doğrudur. Nitekim yukarıda da bir nebze temas etmeye çalıştığım o zeki insanların dile getirilemez fedakarlıkları olmasa Hizmet bugünlere nasıl gelebilirdi!
İmdi, bu yazıdaki birinci husus şu: Bu külli zekavet, bir entelektüel kapitale çevrilemedi...ama görebildiğim kadarıyla, onların da sanki böyle bir gayesi ve tasası yoktu.

Altını kalınca çizmek istediğim bir diğer husus da şu: Hizmet kurumlarında vazife yapan, öğretmen veya idareci olarak çalışan, ama aynı zamanda akademisyen de olmak isteyen kimselerin önü açılamadı!

Öğretmenlere, etinden, sütünden ve yününden istifade edilircesine 40 saat ders anlattırılmakla kalmayıp, test sorularının hazırlanması, talebe rehberliği, veli hizmeti gibi ektra sorumluluklar yüklendi. Talebeliğinde hiç bir fedakarlıktan imtina etmeyen erkek olsun bayan olsun bu cefakar muallimler camiası, memuriyet hayatlarında, çoluk çocuğa karıştıklarında da tatil yüzü görmeden haftasonları da çalıştı, geceleri de çalıştı, hizmet etti…Aylarca maaş almadan icra ettikleri öğretmenlik mesleklerinin yanısıra, gerektiğinde okul inşaatında amelelilik, öğrenci yurdunda temizlikçilik ve aşçılık yaptılar, üstüne üstlük karınca kaderince, listede ismimiz eksik kalmasın düşüncesiyle himmet etmeye devam ettiler. Bu, dünyevi bir hesabı olmayan hasbi kimselerin alınyazı fedakarlıktı; şurası kesin ki, kaderleri kef ile yazılmıştı. Bu kadar yoğun istihdam olunan, vazifesi yarının Türkiye’sinin aydın kesimini yetiştirmek olan bu hayat yorgunu öğretmenler gayet tabii sistemli bir kitap okuma ameliyesine girişemedi, dolayısıyla arzu edilen şekilde kendilerini geliştirmekte eksik kaldılar. Hatta daha acı söylemek gerekirse, bir kısmı itibariyle de öğrencilerinin arkasında kaldılar.

Kendi azim, maddi ve manevi fedakarlıklarıyla, arada tek tük akademisyenlik yapmaya gayret eden öğretmenlere de okuldaki idarecileri ve diğer öğretmen arkadaşları tarafından hoş gözle bakılmadı! Bu öğretmenler, her şeye rağmen, bir nevi ‘suçluluk duygusuyla’ masterlarını yapmaya çalıştı. Master yaparken, tayinen başka bir eğitim kurumuna gönderildiklerinde kimi yeni idarecileri, kendilerine akademik meşguliyetleri olabileceği düşüncesiyle onlarla birlikte çalışmak istemediğini söyledi. Bu konularda konuştuğum kimselere, yıllar öncesinde şunları söyledim: Hizmet dairesinde olmak illa ki Hizmet kurumunda çalışmak değildir, maişetini çıkaracağın başka bir iş bul ve çok arzu ediyorsan akademisyenliğe kolları sıva. Ne var ki, kimisi maddi sebeplerden kimisi de manevi sebeplerden yoğun muallimlik hayatına devam edip, akademisyenlik hayallerini içlerine gömdüler.

Lafı burda fazlaca uzatmadan bu yazıdaki ikinci hususu da şöylece toparlayayım: Memuriyet dönemlerinde, aynı zamanda akademik çalışmalar da yapmak isteyen kabiliyetli, istekli, azimli kimseler de görev yaptıkları kurularda, idarecileri tarafından genel itibariyle anlaşılamadı!

Yıllar sonra Hizmet, her yerde peşi peşine üniversiteler açınca yetişmiş insan sorunu ortaya çıktı. Yetişmiş, kendini yetiştirmiş insan sorunu.  Fıtri zekavetini ilimle, irfanla terbiye etmiş, medeni, cesur, tek başına ayakta kalabilen, dünyayı bilen insan… Hizmet dairesinde yeterli sayıda akademisyen olmayınca, dışarıdan "bize yakındır" mülahazasıyla bilim adamı ithal edildi. Onların bir kısmının da bu süreçte Hizmet’e ne kadar ‘yakın’ olduğunun görülmesi apayrı bir hikayedir ya!


Hani hikayede anlatıldığı gibi, aslolan “adam olabilmek”tir, amenna! Ne yaptığımız, hangi mesleklerle iştigal ettiğimiz tali bir husustur. Belirtmeliyim ki, dünden bugüne Hizmet Hareketi'ndeki insan kaynakları tasarrufu ve istihdamı da, genel itibariyle, fevkalade başarılıdır, ki zaten dünya çapıda ortaya konan işler bunun birer ıspatı. 

Kafamdaki genel düşünce şu: “Karşımızda alevleri göklere yükselen yangını söndürmek için”, alelacele davranmak zorunda kalınmış, belli dönemlere ve tarihsel bağlamların şartlarına göre, çok çaplı şahsiyetler, üstün dimağlar feda edilmiştir.

O öğrenci yurtlarında kalan, ders çalışsın, akademisyen olsun diye teşvik edilen ‘vasat zekalı’ kimselerden bazıları, evet okudular, en azından bir akademisyen oldular; ama bugün daha net görülüyor ki sadece memur olabilmişler! Yazımın başlarında tasvir etmeye çalıştığım, üniversiteye derece ile giren, çelik çavak o gençler ise, bugün dünyanın herhangi bir yerinde, her türlü olumsuzluğa rağmen, kervanı yürütmekle meşgul!...