Thursday, July 31, 2014

MÜSBET HAREKET

Türkiyemizde şahsi menfeatlerini bir kenara bırakacak, şimdi şahsi ikbal hayalleri kurma, kariyer planları yapma zamanı değil diyebilecek şahsiyetlere ihtiyaç var. Himmeti milleti olan alicenaplara...
Şeyhül-İslam Mustafa Sabri Efendi'nin geçen yüzyılın başında dediği gibi: Dünyasından, hatta ahiretinden bile geçebilecek fetalara...

Bu materyalist çağda çok idealist bir hüküm belki, ama en azından ve hiç olmazsa, bu ruhu temsil edebilecek, toplumsal hayatla barışık ve uyumlu bir şahs-ı maneviye, vizyoner ve aynı zamanda hakkaniyetli bir cemaate... Hizmet Hareketi, kurucu fikirleri, yetiştirdiği binlerce şahsiyet, dünyanın her köşesine yayılmış, fedakar ve civanmert halkın gayretleriyle bina edilen kurumlarıyla... cihan çapında böyle bir idealizmi temsil ediyor.

Bugün, Hizmet Hareketi'ne, mal bulmuş mağribi gibi hücum eden bir güruh var, bir şirzime-i kalil. Dedikodudan öte geçmeyen delil ve söylemlerle yaratılan algıların yönettiği olağanüstü bir dönemden geçiyor ülkemiz; şüphesiz bu muvakkat bir dönem. Çok sıkıntılı ama geçici. Ak ile karanın böylesine içiçe geçtiği bir dönem uzun süreli olamaz...Öyleyse, Hizmet Hareketi'ndeki şahsiyetlerin de kendilerine karşı sergilenen bu tahammül-fersa saldırı ve baskılara rağmen dişlerini sıkmaya, bu da bir imtihandır ve geçer ya Hu demeye, kan yutsalar da kızılcık şerbeti içiyoruz rızasıyla ve mütevekkilane davranmalarına ihtiyaç var, ki umumiyetle de böyle bir tavır sergileniyor nitekim...Dem fedakarlık demi.

En az, adaleti tatile çıkaranlar kadar cesur olunmalı, vurulan yerden ses getirilmeli...ama insaflı olarak, hakkaniyetli olarak..kendine yakışan üslup güzelliğinden taviz vermeden...Üslubum, namusumdur diyerek.

Aynı zamanda...halka karşı mürüvvet-mend olmak gerek! Halkımız kadir-şinastır, bu günler gelip geçince ehl-i salat olan umum halk, Hizmet'e karşı muhabbetini yeniler; hatta bir kısmı nedametini de sergiler. 

Ortalığı menfeat-i şahsiyesi için velveleye verenlere gelince...kendi yumurtalarını pişirmek için ülkeye ateş salanlar, felaket tellalları, eyyamcılar...her dönemde vardılar ve ne yazık ki hasireddünya ve-l ahire tokadına müstahak olmak kaderleridir....velev ki, bugün hep bütün kazanç gibi görünen dünaylıklarına olsa da...

....devranı tersine döndürecek güç, müspet harekettir.

Bir Erzurum Şâiri Ketencizâde Mehmet Rüştü Efendi

Hak tecellî eyleyince her işi âsân eder

Halk eder esbâbını bir lâhzada ihsân eder

Erzurum'un yetiştirdiği değerlerden Ketencizâde Hacı Hâfız Mehmet Rüştü Efendi, 
1834 yılında Erzurum'da doğdu. Babası keten bezi ticaretiyle geçinen Rizeli Bekir Efendi'dir. Bu yüzden Mehmet Rüştü Efendi, Ketencizâde adıyla anılmıştır. Haramdan son derece çekinen, gönül ehli, hazırcevap, hoşsohbet, âlim, hatip ve şâirliğiyle şöhret bulan bu kâmil insan, mutasavvıf ve mütefekkirliğinin yanı sıra hafız ve hattattır. Öğrenimini Erzurum medreselerinde yapmış, icâzetnamesini burada almıştır.

Ketencizâde Mehmet Rüştü Efendi gençlik yıllarında Hızır Aleyhisselâm'ı görmek ister. Onun bu isteğini öğrenen babası bir gün şöyle der, "Oğlum Rüştü, Hızır Aleyhisselâm'ı görmek ister misin?" Ketencizâde, "Elbette isterim!" deyince babası şunları söyler: "Öyle ise Ulucami'ye devam et. Kırk sabah namazı kıl, Hızır Aleyhisselâm'ı görmezsen gel yanıma..."

Ketencizâde, babasının bu sözü üzerine her sabah, namaza Ulucamii'ye gitmiş. O kadar hevesle gitmiş ki camiin temizliğini, müezzinliğini yapmış. Hasretle Hızır Aleyhisselâm'la görüşmeyi beklemiş. Fakat kırkıncı günün sabahında yıkanıp camiye koşana kadar epey vakit geçmiş. Derken namaz bitecekken yetişmiş cemaate. "Yazık, otuz dokuz gün zamanında geldik, son gün Hızır'ı göreceğimiz zamanda geç kaldık. Olacak şey mi!" diye içinden geçirmiş. Ketencizâde bu düşüncelerle camiden çıkarken yanına bir ihtiyar yaklaşarak, "Gurban, niye böyle telâşlısın?" diye sual edince, "Sorma, bugün Hızır'ı görecektim. Ona yetişemedim. Telâşım, acelem bu yüzdendir." şeklinde cevap vermiş. Bunun üzerine yaşlı adam, "Yavrum daha gençsin. Hızır'ı daha çok görürsün." diyerek Ketencizâde'nin koluna girmiş. 

Ulucami'nin kapısından beraber çıkıp karşıya geçmişler. Yaşlı adam Ulucami'nin tam karşısında yatan Ebu İshak Kazirunî Hazretlerinin türbesini göstererek, "Gurban Ebu İshak'ı bilir misin? Çok büyük zattır. Benim de askerlik arkadaşımdır. Gel hele birer Fâtiha okuyalım." demiş.

Birer Fâtiha okuduktan sonra ayrılmışlar. Yaşlı adam Erzurum Kalesi'ne çıkan sokağa, Ketencizâde Taşmağazalar tarafına yönelmiş. Ketencizâde, az sonra yaşlı adamın "Ebu İshak büyük bir zâttır. Benim de askerlik arkadaşımdır." sözlerini hatırlamış. "Ebu İshak 700 yıl önce yaşamış bir zâttır, nasıl asker arkadaşı olur." diye düşününce yaşlı adamın Hızır Aleyhisselâm olduğunu anlamış. Hemen geri dönüp ara sokağa koşmuş ama Hızır Aleyhisselâm çoktan sırra kadem başmış.

Ketencizâde Mehmet Rüştü Efendi her insanda bulunmayacak ölçüde dürüst, vazifesine bağlı, alçakgönüllü, çalışkan bir insandı. Haramdan korkan, doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen bir tarafı vardı. Hoşsohbet bir insan olan Ketencizâde, hazırcevaplığıyla beraber güldürerek düşündüren tarafıyla âdeta devrinde Doğu Anadolu'nun Nasrettin Hocası'ydı. 

Ketencizâde, bir süre Kavaklı Camii'nde müezzinlik, daha sonra Ulucamii'de imam hatiplik yapmıştır. Uzun yıllar burada vazife yaptığından "Ulucamii İmamı" olarak da tanınmıştır. 

Ketencizâde Mehmet Rüşdi Efendi, gençliğinde Nakşibendi tarikatine yönelir. İlk olarak Mevlana Halid-i Bağdadî'nin halifelerinden Kishalı (Tortumlu) Feyzullah Efendi'ye bağlanmıştır. Onun ölümünden sonra Ketencizâde Erzurum'a küserek buradan ayrılır. Uzun zaman başka yerlerde gezip dolaştıktan sonra hacca giderek bu görevini de yerine getirmiştir. Bu arada birçok Allah dostunu ziyaret etmiş. Bursalı Şeyh Süleyman Efendi'yi bulmuş ve ona bağlanmıştır. Gerek hac vazifesinin ifâsı, gerek Hak dostlarını ziyaretleri onun gönül dünyasını sükûna erdirmiştir. 

Günleri huzur içinde geçerken Erzurum'un düşman eline düştüğünü büyük bir üzüntüyle öğrenir. Kederli bir hâlde İstanbul'a gelir. Erzurum'un içinde bulunduğu zor durum, onu rahatsız eder ve Erzurum'a dönmeye karar verir. Bitlisli Şeyh Küfrevî Hazretlerine başvurarak bu acı günlerinde mânevî ilâçlar arar. Ömrünün sonuna kadar Şeyh Küfrevî Hazretlerine bağlı kalır.

Ketencizâde Mehmet Rüştü Efendi evlenmiş, Şakire ve Sakine isimli iki kız çocuğu ve Esma isimli mânevî evlat sahibi olmuştur. Öz kızlarının çocukları olmamıştır.

Ketencizâde iyi bir hattattı. Özellikle talik yazıda Erzurum'da yetişen en iyi hattatlarındandı. Devriyye isimli eserinde yazdığı hat örneği bu alandaki gücünü gösterir. Hat olarak Ketencizâde'den günümüze hat sanatındaki maharetini gösteren ve çeşitli camilerde basılı şekilleri bulunan levhaları, mezar ve çeşme kitabeleri kalmıştır. Bu manzum kitabeler önemli şahısların ve hayır eserlerinin önemini göstermesi ve unutulmamalarını sağlaması bakımından önemlidir. Kendi yazdığı Kur'ân-ı Kerîm yazması ise kayıptır.

Ketencizâde bununla beraber tarih düşürmede de ustadır. Tarih düşürdüğü birçok mısraı vardır. Erzurum'un tarihi ile ilgili manzumeleri vardır. Erzurum'un bir çeşit manzum tarihçisidir. 

Ketencizâde hayatını âdeta yaşamaya ve yazmaya vermiştir. Velut bir şâirdir. Özellikle Erzurum ile ilgili her şey onun yazmasına, söylemesine yeter bir sebeptir. Erzurum'un taşı, toprağı, kışının sert veya yumuşak geçmesi, bir dükkânın açılışı, çeşmeler hemen her şey şiirlerinin konusu olmuştur. Onun demirciler için yazdığı,

"Yansam da ocak gibi gamım eylemem izhar
Sokma beni ateşlere ey çarh-ı cefakâr"

Gürcükapı'daki Leblebici Hacı Ahmet Usta için yazdığı,

"Nevcivanlar ekli derse leblebi
Pir olanda istemez kuvvet habi"

Bezzazlara için,

"Hor görme sakın sanatını sıdk ile sa'y et
Ser mezhebimiz Hazret-i Numan idi bezzaz"

Seyfullah Çeşmesi için,

"Hudaya teşnegân-ı Kerbelâ ervâhını şâd et
Okuyup besmele nûş edeni her gamdan azat et
Niyâzımdır ki Seyfullah Efendi ber-murâd olsun
Kamu sevdikleriyle ömr ü ikbâlini müzdâd et

Bu zibâ çeşmeye "feyz-i hayatı" eyledi tarih
Ketencizâde benden hızr-ı tevfîkinle irşâd et" 

mısraları birer örnektir. Ketencizâde'nin eserlerinde hem halka, hem de aydınlara bakan bir yön vardır. Şiirlerinde edebi sanatlara yer verdiği gibi halkın kullandığı atasözlerine, deyimlere ve mahâlli ifadelere de yer verir. Ketencizâde'nin hem medrese tahsili yapması, hem tasavvuf ehli oluşu onun şiirlerinde dinî, tasavvufî unsurların çokça yer almasını sağlamıştır. Divan edebiyatı geleneğinin ağırlığı göze çarpar. Şiirlerinin büyük bir bölümünü aruz ölçüsüyle yazmıştır. Ketencizâde'nin birçok eseri kaybolmuştur. Gerek Birinci Dünya Savaşı'nda, Erzurum'un Rus işgali sırasında yapılan tahribat, gerekse daha sonraki yıllarda eski alfabeyle yazılan kültürel değerlerimize bigânelik ve hattâ düşmanlık bu eserlerin kaybolmasına sebep olmuş.

Ketencizâde'nin 1914 yılında basılmış olan Mevlid isimli eserinin yazma nüshaları bulunmaktadır. Bundan başka yazma bir divanı da mevcuttur. Bu divanın yazması Nazif Şehidoğlu tarafından muhafaza edilmiştir. Her divanda olduğu gibi bu eserde tevhid, münacat, naat, kaside, gazel, kıt'a, müfred müstezat bölümleri vardır.

Ketencizâde, ölümünden çok kısa bir süre önce Alvarlı Mehmet Efendi'nin babası H. Hüseyin Efendi'yi ziyaret etmiş, helâllik almış. Kalkarken de sarılmışlar birbirlerine. Tam bu sırada Ketencizâde, H. Hüseyin Efendi'ye "Biz artık ahirete intikal ediyoruz. Fakat sizler şanlı geleceksiniz." demiş. Rus işgalinin son aylarında Ketencizâde merhum olmuş. Bir süre sonra da tam Merhum Ketencizâde'nin daha önce söylediği gibi âhirete şanlı bir şekilde intikal etmiş. Erzurum'un düşmandan temizlendiği günde H. Hüseyin Efendi şehadet şerbetini içmiş. 

1962 yılında Salim Bağcı tarafından Ketencizâde Mehmet Rüşdi Efendi'nin yeni mezarı için hazırlanan kitabe şöyledir:

"Kalbi mahzun ciğeri hun bülbül-veş gibidir
Sönmez aşkın sebebi içtiği bir bâdedir

Hem Hafız Rüşdü derlerdi hem hatip
Üslûbu gayet akıcı lisanı hoş-sadedir

Tam seferberlik içinde gitti ukbaya
331 yılında ölüme âmadedir"

Bu kitabeye göre ölüm tarihi Rumî 1331, Milâdî 1916 yılıdır. Seksen yıldan fazla yaşamış ve o dönemin üzücü hâllerini görmüş olarak vefat etmiştir. Uzun yıllar kaybolmuş olan mezarı 1962 yılında valilik ve belediyenin ve Erzurumiyatçı imzasıyla yazılar yazan Cemalettin Server Revnakoğlu'nun gayretleriyle bulunmuş, Yetim Hoca ve Sarı Gümrükçü isimli zevatla beraber Asri Mezarlık'ta "Meşhurlar Sofası" adıyla düzenlenen yere taşınmıştır. 

Şiirlerinden Örnekler

Gazel 
Garîk-i bahr-i isyânım dahilek ya Resulallah
Gedâyım, çok perişânım dahilek ya Resulallah

Cihanda kalmadı bir cürüm kim ben yapmadım anı
Sana geldim pişmânım dahilek ya Resulallah

Gelen müflis der-i in'amına mamûr olur mutlak
Bana rahm et ki virânım dahilek ya Resulallah

Heva-yı nefse uydum nefsim uydu dev meluna
Neden uydum nemidânem dahilek ya Resulallah

Sakalım ak, yüzüm kara, yaşım heftâde yetmiştir
Velâkin ehl-i imânım dahilek ya Resulallah

Cihanda zerre denlü ateşe takat getürmezken
Cehennemde nice yanam dahilek ya Resulallah

Ketencizâde-veş cümle günahkâre şefaat kıl
Bu hâl üzre duahanım dahilek ya Resulallah

Gazel
Yıldız âsâ geceler gözleyen ey mâh seni
Seyreder gün gibi elbette sehergâg seni

İsm-i a'zâmın senin nâm-ı şerifin oldu
Buldu hüsrân-ı ebed, bilmeyen eyvah seni

İsmini vird-i zebân eyleyen irşâd oldu
Hakk'ı bildi bilen ey mürşid-i agâh seni

Kim bugün yârin ola, yarın olurmuş yârin
İki âlemde bize yâr ede Allah seni

Nâil-i feyzin olan ârif-i billah oldu
Enbiyâ cündüne Hakk kıldı şehinşah seni

Âlem-i gayb u şühud sırrı sanadır mekşuf
Kıldı Hakk mahrem-i esrâr-ı haremgâh seni

Sâyeveş hâk-ı mezellette koma Rüşdi kulun
Kıl şefaat göre hak-bîn ile her gâh seni

Âşığım Ben Sana
Âşığım ben sana rûz-u ezelden
Sen benim şâhımsın ben senin benden

İster öldür kulun ister çirağ et
Râzıyım her ne ki gelirse senden

Cismim de senindir bu cân da senin
Mukîm de senin mihmân da senin

Derdim de senindir dermân da senin
Ben senden geçemem cân çıksa tenden

Sana kulluk için cihâna geldim
Leyk gayet yaman zamâna geldim

Bed-huylar elinden amâna geldim
Ayırma Rüşdî'yi hulk-ı hasenden

Güz Mesârif Destanı
Mevsimi geldi efendi git pelit al, dal da al
Çam, kavak, sorhun, tezek, saçma dahi herhâlde al

Tuz, çaşır, peynir, güzel yaprak bu günlerde gelir
Bir kuru tatlı erik, hurma ile yağ, bal da al
Sebze, kişmiş, bademiçi, fındıkiçi çok getir
Köme, pestil, bamyaya bak her ne var bakkalda al

İki yüz batman kadar un parası ver köylüye
Gendime, bulgur da gelsin, mercimek, şalgam da al

İşine elbette adem ihtiyat etmek gerek
Hasılı tut pendimi, kurbanlığı Şevval'da al

Et gelince zerzevat günden güne elbet gelir
İki yük ala pirinç alınca bir gırbal da al

Ademe bir şan imiş ahırda hayvan beslemek
Adımız var, şanımız var bari birkaç mal da al

Ot, saman, yonca ile arpa alınca dikkat et 
Üç sepet, iki kürek, ahır yüzüne sal da al

At, katır, merkep, öküz lazımsa ihmal eyleme 
Bir çekiç, bir kerpeten, çokca döğülmüş nal da al

İki top çilvari, üç top basma, on el havlusu 
Üç tulum, beş top gezi, lahuri bir top şal da al

Vakıa bunlarsız olmaz bir çiçek gördüm bugün 
Çarşıya git bir su'al et, bul anı dellal da al

Bir kazan, iki soba, bir lamba, üç çay güğümü 
İki-üç seccade, iki hâlı, üç mangal da al

Biz de inci var velakin az olunca ar olur 
Şimdilik çok istemem bundan otuz miskal da al

Otuzaltı tane altun, top dahi lazım bize 
İki altun kordela saat, kıza halhal da al

"Ya bize çarşaf' dedi, "alası yok burda" dedim 
Otuz altun Bağdad'a ba-posta et irsal da al

Küp, güveç, çömlek, çanak, fincan, tabak subardağı 
Bir fıçı gaz, çokça boru, kapıya mandal da al

Pek ucuz bir makine gördüm piyango malıdır 
Nerde ise oğlanı ardınca anın sal da al

Kakula, tarçın, biber, hem zencefil malumunuz 
Çay, şeker daim alırsın bak da o emsalda al

Çok makama ile güllaç ve şurup, şehriyye hem 
Her zaman lâzım bize attardan tutkal da al

Evdeki, hariçteki hizmetçiler muhtaçtır 
Her ne isterlerse sor da, onlara partal da al

Bunca eşyayı kim alsın, kuvvetim yoktur dedim 
"Mollalar gelsin efendi, bir iki hammal da al"

Neyleyim bilmem ki cebimde yoktur bir beyaz 
Bu hayâl mekkaresi ikdam eder ki al da al

Elde para yok ise eşyaları ahzetmeğe 
Eyleyip dainleri temin biraz imhâl da al

Parasız ancak bu alemde günah almak olur 
Para yoktur söylesem havf eylerim der: çal da al

Kim güvensin bu cihanda bir tıfıl oğlum da yok 
Dedi: sıdk ile Huda'dan isteyip etf'al da al

Bu kadar masraf ne kar ile olur sordum dedi: 
"Doktor ol, ya avukat, ya dağda ol kattal da al"

Dedim ikbalim olaydı gelmez idim âleme 
Dedi: "Ömründe yalan söz söyleme, ikbal de al"

Ah! dedim hâlim yaman; dedi ki: "tut rah-ı rıza" 
Lutf-ı Hak'la himmet-i peygamberi hoş-hâl da al

Kesb-i rahat etmeğe alemde yol yok mu? dedim 
Dedi: "Terk-i rahat-ı dünyada kıl ikmal da al"

Bildiği hâlde gönül o rahatı almaz dedim 
"Hakk'a yalvar" dedi, Hakk kılsm anı meyyal da al

Ey civan ergenliğin bil kadrini, rahat yaşa 
Ben de bir iş isterim derse bu bahre dal da al

Bulmak istersen eğer Rüşdi meta-ı izzeti 
Kendini gene-i kanaat içre kıl, idhâl da al

Lutfuna mazhar buyur ya Rab Ketencizâde'yi
Cürmünü meccânen afv et koyma bu işgalda al

Tuesday, July 29, 2014

ZORLUKLARI AŞARKEN:FETHULLAH GÜLEN VE T.ALTIKULAÇ



“Meşhurdur, fısk ile olmaz cihan harab,
Eyler ânı müdahane-i âlimân harab.” 
                                                               İzzet Molla
,
Zorlukları Aşarken Diyanet İşleri Eski Başkanlarından Tayyar Altıkulaç'ın hatıra kitabının adı. 
Zevkle ve heyecanla, zaman zaman gülerek, zaman zaman da öfkeyle okuduğum zengin bir yakın tarih okuması olan bu renkli eser, üç cilt halinde Ufuk Yayınları tarafından 2011'de yayımlandı.

1938'de Kastamonu'nun Devrekani ilçesinde doğan Altıkulaç, 9 yaşında hafız olumuş, 1959'da İstanbul İmam Hatip'ten, 1963'te de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'nden mezun olduktan sonra çeşitli öğretim kurumlarında, Kayseri ve İstanbul Yüksek İslam Enstitülerinde eğitimci olarak çalışmış.

Diyanet'e 1971'de Başkan yardımcısı olarak atanıyor ve 1978'de de Diyanet İşleri Başkanlığı görevine geliyor; 9 yıl bu görevde kalıyor. 1986 yılında emekliye ayrıldıktan sonra çeşitli vakıflarda görev alan Altıkulaç, halen 29 Mayıs Ünivesitesi Mütevelli Heyeti Başkanlığı görevini yürütmekte.

Türkiye siyasi, dini ve entellektüel tarihinin çok önemli dönemlerinde hassas görevlerde bulunmuş olan Altıkulaç'ın hatıralarını anlattığı Zorlukları Aşarken tarihi belge niteliğinde. Özellikle Türkiye'deki din eğitimi, İmam Hatiplerin ve İlahiyatların tarihi gelişimi, Türkiye'de din ve siyaset münasebetleri gibi önemli hususlarda, siyasi aktörlerle ve dini cemaatlerle ilgili Tayyar bey'in  keskin gözlemleri, tespitleri var.

İlahiyat camiasından, Hayrettin Karaman'ın, Süleyman Ateş'in, Mustafa Öz'ün, İsmail Karaçam'ın hatıraları ile birlikte Tayyar Altıkulaç'ın hatırları da önemli bir boşluğu dolduruyor. Bu eserlerin kıymeti ilerde daha iyi anlaşılır.

Altıkulaç, eserinin önsözde  "Hatırat kitaplarında yer yer sübjektivitenin ağır bastığı görülür ve anlatılan bazı olaylar istemez savunma niteliğinde olur. Çünkü yanlışlarını söylemek ve yazmak kimsenin pek aklına ve işine gelmez" diyerek bir gerçeğin altı çiziliyor,ama anı kitaplarını cazip kılan da bu öznellik değil midir zaten. Acısıyla tatlısıyla, hatasıyla savabıyla...ama içtenlikle.

Altıkulaç'ın hatıraları okunduğunda kendisini hassasiyetle partiler üstü konumlamaya çalıştığı dengeli kişiliği hemen fark edilir. Şöyle diyor:

" Görev hayatım boyunca hiç bir siyasi harekete yakınlık duymadım ve ilişkilerimde bu kadroların hepsine eşit mesafede bulunmaya çalıştım. İnandığım doğruları yapabilmek için günlerim hep sıkıntı ve stres içinde geçti." Bu durum hem Diyanet'in sorunsal konumundan hem de Altıkulaç'ın bağımlı olmayan ve titiz kişiliğinden kaynaklanıyor!

Tayyar Altıkulaç, eserinde dini cemaatler ve tarikatlerle olan münasebetlerini, bu gruplar hakkındaki düşüncelerini de içtenlikle anlatmış. Bu düşünceleri elbette ayrı bir tartışma konusu. Eleştitilebilecek hususlar var, mesela Süleymancılarla olan önyargılı ilişkilerinde... 
Ben burada sadece Tayyar Altıkulaç'ın söz konusu hacimli eserindea Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi hakkındaki düşüncelerini yorumsuz iktibas edeceğim. En sonda da, yazımı küçük bir temenni ile bağlayacağım.
İşte Tayyar Bey'in 2011'de yayımlanan kitabında kendi kaleminden Fethullah Gülen hakkındaki görüşleri: 

1- Gülen yaklaşımı ve yönlendirmesi sayesinde bu hareketin oldukça salt ve saf bir hizmet kadrosu haline geldiği görülüyor. Artık yalnız risaleler okunmuyor.Onların yanında ilim adamlarının ürettikleri  eserlerin pek çoğuna açık bir eğitim ve öğretim anlayışı geçerli..

2- Rejim korkusuyla bu hizmetleri ilişkilendirenlere gelince, onlara katılmıyorum. Bunu biraz da milletimizin dindarlaşması için yapılan çalışmaların her çeşidinden rahatsızlık duyanların endişeleri veya istismarı olarak görüyorum.

3- Tanımadığımız coğrafyalardaki kardeşlerine kadar uzanıp kucaklayabilen, onlara güzel Türkçemizi öğretecek ve ecdadının hizmetleriyle övünecekkadar milliyetçi olan bu kadroya gıbta ediyorum. Dünya insanlığını gelecekte yönetecek gençlerin yetiştirilmesini hizmet felsefesinin omurgası haline getiren, üretip geliştirdikleri heyecan ve irfanla devletlerin bile yapamadıklarını başaran bu insanların yaptıklarını yapamamışolmayı, onlara hayranlık duymaya engel görmüyorum.

4- Bu cemaate mensup olmamayı, onlara dua etmeye, gerektiğinde yardımcı ve destek olmaya engel görmüyorum. Devleti yönetenlerin ve bürokratların bu hizmet kadrolarına yardımcı olmak yerine, kuşku ile bakarak onları incitmesine ben de inciniyorum.

5- Gülen hareketi adına gerçekleştirilen hizmetlerin gıpta ile değerlendirilmesi gereken şeyler olduğu ortadadır ve tartışmasızdır.

6- Uluslararası boyutta faaliyet gösteren bir hizmet modelinde görev almış binlerce insan arasında bazılarının zaman zaman yapacakları yanlışları da pertavsızca büyütmemek, bu tür şaz örnekleri öne çıkararak samimiyetle hizmet eden insnaların şevkıni kırmamak gerek.

7- Fethullah Hoca'nın din hizmetlerine ve ülkesine zarar verecek dikkatsizliklerden uzak durmaya özen gösterdiğini, kendisini sevenlerin  Türkiye'ye dönmesini ısrarla istemelerine ve kendisinin de vatan hasreti yaşamasına rağmen "Acaba böyle bir karar, ülkenin huzurunu bozacak tartışmalara yol açar mı" endişesiyle buna dahi karar veremediğini anlatmaya çalıştım.

8- Gülen yaklaşımı ve yönlendirmesi sayesinde bu hareketin oldukça salt ve saf bir hizmet kadrosu haline geldiği görülüyor.

9- Fethullah Gülen'in yüklendiği misyon ve ortaya koyup geliştirdiği vizyonla çok şeyin değiştiğini söylememiz gerekir diye düşünüyorum. 


10- Hoca, öğrencilerine sarf ve nahiv okutuyor, tefsir, hadis, fıkıh gibi dersler veriyor, bu derslerde klasik dini ilimlere dair günümüz ilahiyatçılarının kullandığı pek çok temelkaynağı kullanıyordu.


Tayyar Altıkulaç yazdığı kitabında devletle ve bürokrasiyle olan münasebetlerini, karşılaştığı zorlukları da içtenlikle anlatmış. Kimi zaman da nüktelerle süslemiş pek çoğu trajik olan bu hatıralarını. Kendisini sigaya çekmekten de kaçınmamış. Kendi ifadesiyle, "Keşke yapmasaydım" dedikleri var, Başaramadıklarım ve Yanlışlarım başlığı altında...

Tayyar Bey'in yaşı ahir-i kemale vasıl oldu. Yeni hatıralarını tekrar kaleme alacağını sanmam!

Ama yazıyı bitirmeden merak ettiğim bir hususu dile getirmek isterim.

2014'te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Fethullah Gülen için "sahte peygamber, alim müsveddesi" dediği Diyanet'teki İslam Ansiklopedisi töreninde, Tayyar Altıkulaç, Başbakan'ın elinden ödül aldı. Altıkulaç, Başbakan'ın Gülen hakkındaki çok ağır ifadeleri karışısında bir şey söylemedi. Ben şahsen o zaman ve şimdi kendisinin bu sözler hakkında ne düşünüyor olduğunu merak ediyorum. Hatıralarını zevkle okuduğum Altıkulaç, bu törenle ilgili hatıralarını, Başaramadıklarım ve Yanlışlarım başlığı altında ayrı bir bahisle hatıralarında yer verir mi!

Ben, Başbakan Recep Erdoğan Diyanet'te Gülen hakkında "alim müsveddesi" dediği zaman, o törende hazır bulunan Tayyar Altıkulaç'ın, Erdoğan'a Zorlukları Aşarken kitabında geçen şu cümleyi orada da söylemesini isterdim:

"Fethullah Gülen'in Amerika'da talebelerine büyük Türk alimi Maturidi'nin Tevilatül Kuran adlı muhteşem tefsirini okuttuğundan haberimiz var mı?"

Sayın Başbakanım, sizin bu kitaptan haberiniz var mı!
Hadi ben de, Tavus B. Keysan'dan bir sözle noktalayayım:

"Allah'tan ittika ederek konuşan kimse, Allah'tan ittika ederek susan kimseden hayırlıdır."


Monday, July 28, 2014

TWITTER'İN FEVAİDİ

Türkiye'de Twitter'ın parladığı dönem 2010'lu yıllar. Teknolojik imkanlar, sosyal ve siyasal gelişmeler, kışkırtan yasaklamalar, isyankar hallerimiz, yeni medya ve platform arayışları... gibi etkenlerle yaygınlaşıyor. Daha da yaygınlaşacak.

İyi de oluyor.
Herkes eteğindekileri dökme, kendini rahatlatma, birileriyle hesaplaşma, hatta eğlenme; son tahlilde de kendi tesir sahasını genişletme...imkanları buluyor.
Faziletlerini tadat etmekle bitiremeyeceğimiz Twitter'in bir faydası da: Yca TanrıYazar pozlarına bürürnen bazı karton kaleler hak ile yeksan oluyor.

Yıllarca kendilerine saygıda kusur etmediğimiz kimilerinin, aslında hiç de abartıldığı kamette ve kıymette olmadıkları ortaya daha net çıkmıyor mu!

Koskoca adamların memleketle ilgili meseleler hakkında söyleyebilecekleri sadre şifa bir değerlendirmeleri olmadığını, hatta zaman zaman saçmaladıklarını gördük.

Gazetelerin sayfalarını çarşaf çarşaf dolduran kerameti kendinden menkul, daha cümle kurmaktan aciz olduklarını mesela...

Bunca değişim rügarlarının estiği demlerde nasıl da körkütük bağnaz bir statükocu kesiliverdiklerini...
Espri yeteneklerinin hüzün verici olduğunu...
Mesela daha de ve da bağlacını bilmediklerini...ki, ki bağlacını hak getire!
Sıradan birinin yazdıklarıyla, tanrıyazarlarımızdan daha etkili ve etkileyici olabileceğini...bu gibi şeyleri gördük, görüyoruz. Kimbilir daha da neler göreceğiz!

Yepyeni nesillerin önünün daha net açıldığını, bu nesillerin sınır tanımazca geliyor olduğunu daha net gördük...

4-5 yıl kadar önce Türkiye'den Kanada'ya ziyarete gelen bir grup yazar ve gazeteciyle Montreal'de yaşadığım bir hatıram var. Yemek yiyorduk. Kanada'da doğup büyümüş bir üniversite öğrencisi, anlışanlı yazarlarımızdan birine ne iş yaptığını sordu. Yazarımız, falan gazete köşe yazıyorum, mesleğimiz yazarlık deyince, Kanadalı bilgiç genç, öyle mi ben de yazarım, meslektaşız öyleyse demez mi! Sonra ekledi, "evet ben de yazaım, her gün emailler ve özellikle de çok sayıda facebook mesajları yazıyorum. Zaten gün boyu da arkadaşlarla sürekli mesajlaşma halindeyiz"!

Gencin bu cevabı pek kale alınmamıştı, ama şimdi onun ne kadar haklı olduğunu görüyorum. Evet bu genç düşüncelerini etkili biçimde ifade etme imkanı buluyor ve kendini fade etme sorunu yaşamıyordu. Hatta kendine mahsus bir üslup da oluşturmuş ve kendisini sıkı sıkıya takip eden izleyicileri var. Tweeter'da Ingilizce, Fransızca, Türkçe Allah ne verdiyse yazıyor da yazıyor. Pekala yazarlık ünvanını hak ediyor.vası
Günümüzde çık sıradan biri, ilginç bir muhteva ve etkili dil ve üslubla sesini herkese duyarabiliyor artık, Twitter sayesinde.

Ezcümle, Twitter bireye kendini sadece ifade etme değil, kendini yapma, inşa etme imkanı sağliyor, aynı zamanda düşünceyi, düşünmeyi öne çıkariyor. Sık dokulu toplumsal teşekküllere de daha fazla düşünce serbestliği, esnekliği, dolayısıyla da bireyselliği getiriyor.Toplumsal yapıların yapısını değiştiriyor. Belki gelecek sene, bugün kendisine gazetelerde yazdırılan onlarca yazar, unutulup gidecekken, kendi birikimini ve bilgisini, yine kendine mahsus bir dil ve üslupla kurgulayabilen, duygu ve düşüncelerini cesaretle dile getirebilen yüzlerce yeni ve etkili yazar ortaya çıkacak.

Son ezcümlem de şu: Düşünmekten ve bunu özgürce serbestçe ifade etmekten kimseye zarar gelmez. Asıl zarar düşünmemekten, ketumiyetten...

Bu da İngilizce özetin özeti:
"A carefully worded tweet is mightier than the sword."

RAMAZAN VE MANEVIYAT

Ramazan, maneviyat mevsimi. Hayatımızın manasını arama ve bulma fırsatı.

Şeytanın bağlandığı, cehennem kapılarının sürgülendiği, kalplerin tasaffi ettiği kurnasında yunup yıkandığı, nefislerin tezkiye imbiklerinde süzüldüğü, ruhların tevbe yağmurlarında yıkandığı, arındığı, yüceldiği...gufran ayı.

Zihnen tefekkür, lisanen ve kalben tezekkür, ruhen de tenevvür mevsimi.

Daha fazla adanmışlık, sehavet ve feragatle, ihsan ile Gaffar'a adım adım yaklaşıldığı, O'nun bize koşarak geldiği kendi sidetül müntehamızda, A.H.Tarhan'ın "dizlerin nerde ey Rab"  ufuklarında Zat-i zül-cemal ile hem-dem olduğumuz kutlu zaman dilimleri...

Daha iyi bir insan, baba, eş, iş arkadaşı, dostlarla daha bir kaynaşma..ve dost-ı hakiki ile daha derin bir münasebet...

Enfusi tefekkür, en az yaptığımız. Yapmayı en az bildiğimiz. Zihni ve ruhi temizliğe, duruluğa ve saffete giden yol burdan geçiyor oysa.  Ruhu, nefsi, kalbi, bedeni temizleme, arındırma yolunda altın fırsatlar sunuyor bu manevi seyahat...

Oruç, sadece bedenimizdeki sindirimi rahatlatmıyor, ruhumuza etrafımızdaki çirkinlikleri daha kolay sindirmeyi, güzellikleri hazmederek şahsiyetimize mal etmeyi de sağlıyor.

Bunu iftar başındaki tefekkürümüzle, teravihteki tedrici arınmalarımızla, salavatlerin muskisinde ruhumuzu raks ettirmemizle, sahurlardaki serinlikle, küçük itikaflarımızdaki sükutiliklerle...yapmak.

Cümle ihvanın bayramı mübarek olsun. Bizi Ramazanın hakkını verenlerden eylesin.

Sunday, July 27, 2014

EV İFTARLARI VE KANADALILAR


Gurbette Ramazanlar fevkalade bereketli, fevkalade feyizli geçmekte. Ramazan’a elveda demek ne zor! İnşallah bir ay boyunca tuttuğumuz oruçla elde ettiğimiz maneviyat ve donanımla, yıl boyu “kendimizi tutmaya” da muvaffak oluruz. Duamız bizi bize bırakma Allahım!
Hani Yahya Kemal yaz mevsimini yavaş yavaş ve biraz da iç çekerek uğurlarken “keşke yazla hiç bitmese, günler hiç kısalmasa” der ve hüznünü dile getirir ya, ben de keşke Ramazan hiç bitmese, bizi yapayalnız bir başımıza bırakmasa halet-i ruhiyesindeyim.
Toplu iftarlar, ev iftarları hepsi güzel. Bu yıl, Kanadalı dostlarımla yaptığım iftarlardan ayrıca bir haz aldım, derin manevi bir zevke gaşyoldum. Evimizde ağırladığımız Kanadalı dostlarımızla Ramazan üzerine, orucun manevi kazanımlarına dair uzun uzun konuştuk. Sonra yine bazı Türk arkadaşlarım da evlerine davet ettikleri Kanadalılarla birlikte bazen beni de çağırdılar. Her yerde aynı şevk, aynı heyecan.
Bizim evdeki iftarları biraz genişçe tutmaya, birden fazla aileyi bir araya getirmeye çalıştık. Normalde bir araya gelmeleri zor olan Kanadalı arkadaşlarımız arasında anlamlı sohbetler ve arkadaşlıklar tesis edildi bu iftarlarda. Yıllardır aynı okulda çalışmalarına rağmen birbirini tanımayan hocalar, Ramazan atmosferinde bir müslüman evinde tanıştılar, kaynaştılar. Ziyaretten sonra gönderdikleri emaillerle de bir arada olmaktan, ağırlanmaktan memnuniyetlerini belirtip, en kısa zamanda kendi evlerinde bizi görmek istediklerini söylediler.
Müslüman evi… Kapılarını Kanadalılara, Kenyalılara, Japonlara, Arjantinlilere… her renkten ve dilden insana daha fazla açmalı. Ramazan’da iftar olabilir, hatta sahur olabilir, Ramazan sonrası farklı farklı vesileler olabilir. Bir kahve, bir kahvaltı, bir çay bahanesiyle gelip gitmeliler evlerimize, soluklanmalılar bizim atmosferimizde. Ne çok vesile var, bir araya gelmek için! Evlerde, kah bir dergah kah bir medrese gibi misafirler ağırlanmalı misafirlerimiz. Özellikle de Ramazanın sağaltıcı ve arındırıcı gücüyle bezenen bu evlerde esen manevi havadan gıdalanmalılar.
Mesela, Amerika’da doğmuş, yabancı bir kültür içinde büyüyerek bu hakim kültürün yoğun etkisi altında kalmış ve şimdi de Kanada’da İslami konularda akademisyenlik yapan bir bayan, eve girince ilk kelimesi, “hazret” oldu. Malum, hazret ile huzur aynı kökten gelir. Sarıp sarmalayan bir huzur, maneviyat; ve dahi sükunetli ve mesut bir havayı ima ediyordu misafirimiz derin derin nefes alarak!
Dünya evi çok geniş. Kendimizi ülkemizin dar gündemine hapsediyoruz, bu genişliği ve ulaşabileceğimiz diğer milyonlarca ve çok güzel insanların olduğunu unutuyoruz.
Şehirdeki üniversitelerin dekanlarını, hocalarını özel olarak evimizde ağırlamayı tercih ettik; yakınlaştık, kaynaştık iftar sofrası başında. Ev iftarlarında, boş konuşmaların yerine, daha ruhi, manevi ve manidar konulardan konuştuk uzun uzun.
Gelip gittiğim Türk Müslüman evlerine sinen huzur ve sekine, arkadaşların tavır ve davranışlarıa yansıyan dinginlik ve içtenlik hemen hemen bütün Kanadalıların dikkatini çekiyor, açıkça da belirtiyorlar. Elbette kendi din ve kültürlerinden tahassüs ettikleri manevi haz ve tatminler var ama, Müslüman evlerine mahsus bu buram buram manevi havadan ne kadar çok Kanadalı istifade edebilse o kadar iyi. Medyada gece gündüz anlatılıp duran Müslümanlıktan bambaşka bir İslam görüyorlar bu evlerde. Bu havada ne eziklik ne rüküşlük ne de havailik var; dupduru bir saffet ve samimiyetin hakim olduğu evler inanan inanmayan herkese tatmin menbaı oluyor.
Geçen, çok sevgili bir arkadaşım, iftar için evine çağırdı; bir de Kanadalı gazeteciyi davet etmiş eşiyle. Kanada genelinde yayımlanan Mennonite adlı derginin genel yayın yönetmeni Dick Benner ile arkadaşımın bize sunduğu huzurlu ortamda çok keyifli bir sohbet ettik. Siyasi bir sohbet zannetmeyin, tam anlamıyla Canan sohbeti.

Bir diğer davet, bir Kilise’den geldi. Kilise ahalisi, ğufran ayı Ramazan’da kapılarını Müslümanlara açmaya, bir iftar daveti organize etmeye karar vermiş. İntercultural Dialog Institute’ten de bir konuşmacı Ramazan ve Oruç hakkında Kanadalılara güzel bir sunum yaptı. Kilisede görevli Dr. John Lochead, müslümanlardan öğreneceğimiz ne kadar çok şey var dedi.
Kanada’nın bir şehrinden bahsediyorum size sadece. Bu anlattıklarım dünyanın 160 ülkesinde aynen bu şekilde ve güzellikte oluyor, şüpheniz olmasın. Yapılacak çok iş, tanış olunacak çok insan var!


Saturday, July 26, 2014

TATLI SU MÜSELMANLARI

Ramazanın son demlerindeyim. İyi gidiyorduk böyle halbuki!

Ne ki, binlerce kilometre uzakta da olsak, Türkiyemizde olan bitenleri , adeta tarihe dur diyecek haksızlıkları ve zulmü izlemek Ramazan boyu yordu bizi, yoruyor. Bizi belki sadece yoruyor ama asıl bu sürecin hakiki mağdurlarını, ülkedeki kaht-ı demokrasiden yaralı  mazlumları kahrediyor olmalı! Sonuçta, bir müslüman ülkesi olan bizim memlekette ateş hala düştüğü yeri yakıyor. 

Polislere yapılan, daha doğrusu adaletin maruz kaldığı muameleden, su-i muameleden söz ediyorum; polislerin ailelerinin durumundan. Allah sabır versin, yardımcıları olsun. Dualarım kendileriyle, ben onların na-hak yere maznun sandalyesine oturdulduklarını düşünüyorum. Ama inşallah en kısa zamanda adalet önünde kendilerini savunma, temize çıkarma hakkı bulurlar ve iade-i itibarla da mesleklerine dönebilirler.

Bir diğer üzüntü veren husus...
Ülkenin tatlı su müslüman aydınları. Üniversitelere, medyaya çöreklenmiş sorumsuz, sorunsuz, makamının kulu kölesi olmuş, iş yerindeki odasında, ilim üretmek ne kelime, adeta hapis hayatı yaşayan, tatlıya sütlüye karışmaz aydınlar. Memleketin durumu nasıl düze çıkacak bunlarla bilmem. Bir gamsızlık bir neme lazımcılık! İliklerine işlemiş. 28 Şubatta çok kötü bir sınav verdiler. Şimdi de kulaklarının üstüne yatmış vaziyetteler. Onlar için varsa yoksa menfeat-i şahsiye! İşte beni üzen, oturup kalkarken düşünüp durduğum mesele.

Yahu! Üç günlük dünya! Zulme, adaletsizliğe, düzenbazlığa...karşı duramayacaksan, mazlumun ve mağdurun hakkını savunamayacaksan batsın makamın, yerin dibine girsin hayatının gaye-i hayali haline getirdiğin isminin önündeki ve sonundaki sıfatların. Şu dünyada yaşamanın anlamı ve gayesi ne! Akademik ünvanına bir ünvan daha eklemek mi! Bürokrasideki konumunu bir üste çıkarabilmek mi! Neyse sükut edeyim şu mübarek Ramazan gecesi hatrına!




NİÇİN KANADA

“Herşeyimiz var. Harika insanlarımız, bereketli topraklarımız, mükemmel imkanlarımız…Bütün bu şeyleri bir araya getirdiğimizde, dümyada yaşanabilecek daha ideal bir yer olmadığını görüyorsunuz

                                               Bob Rae, Ontario Eski Başbakanı

 

Türkiye gündemi yoğun. Hatta toz duman. Anlık değişiyor. Bu sebeple, geçen senelerde daha sık yazdığım Kanada yazılarıma da gerekli zamanı ayıramıyorum. Son zamanlarda, Kanada ile ilgili okurlardan gelen sorular da artıyor.

Türkiye seyahatlerimizde de, söz bir şekilde dönüp dolaşıp Kanada’ya nasıl gelebilirim, orada hangi imkanları elde edebilirim, kendim ve ailem için nasıl yeni bir hayat kurabilirim gibi sorulara gelir. 

İnsanımız evvel ahir, zamana göre de değişen sebeplerle bir şekilde kendini ülke dışına atmak istiyor. Kanadanın da bu ülkelerin başında geldiğini belirtmek yanlış olmaz sanırım.

Kanada, kuruluşundan beri bir göçmen ülkesi olarak bilinmiş, bu özelliğiyle temayüz etmiş. Bugün de her yıl yüzbinlerce yeni iltihakla bu özelliğini sürdürüyor. Hükumetlerin kendi siyasal ajandaları doğrultusunda sürekli değiştirdiği, kimi zaman kolaylaştırdığı kimi zaman da güçleştirdiği göçmenlik ve vatandaşlık yasaları ile Kanada, sadece Türklerin değil, dünyanın her yerinden milyonlarca insanın, gelmek için hala can attığı bir ülke.

Elhak, Kanada, dünyanın parlayan yıldızı; uluslararası imajı yakışıklı bir ülke. Gülümseyen bir ülke. Birleşmiş Milletler’ce tam yedi yıl ardı ardına dünyanın en yaşanabilir ülkesi seçilmiş. Yine UNESCO tarafından bazı Kanada şehirleri (Toronto, Vancover, Ottawa...) çeşitli bakımlardan sürekli dünyanın en iyi mekanları arasında gösteriliyor. 


Türkiye’de arkadaşlar arasında sohbet Kanada’nın avantajlarını anlatmaya gelince kendilerine özetle şunları söylüyorum:

Kanada yemyeşil, sakin ve rahat bir ülke. Evet soğuk, ama ısınma ve sıcak su sorunu yok.  Kimse çetin kış şartlarında aç ve açıkta değil.  Evlerin hepsi, temel  beyaz eşyalarla tefriş edilmiş durumda. Ortalama bir kişi için ev bark sahibi olmak Türkiye’ye göre daha mümkün; temel gıdalar standart ve makul fiyatla satılıyor marketlerde, bu sebeple genel olarak insanların yeme ve içme durumları arasında büyük farklılıklar yok.

Ülke, göçmenlere mecbur, hatta mahkum. Yaşlanan nüfus, dışarıdan gelenlerle dengeleniyor; genç ve dinç göçmenler, toplumsal bir denge sağlamakta. Bununla birlikte devlet, yetişmiş göçmenlerin; eğitimli, dil bilen, iş deneyimine sahip, düzenli aile yapısına sahip göçmenlerin peşinde. Devletin en zorlandığı işlerin başında, yetişmiş ve eğitimli göçmen nüfusu aslı aslınca istihdam edebilmek...Yetişmiş göçmenin iş dünyasına transferi büyük sorun. Göçmenlik standartları ile birlikte, alacağı göçmen sayısını da artıran devlet, gelen göçmenlerden istediğini alamıyor! Ciddi entegrasyon sorunları var. Eğitimli göçmenlerin de ülkeden çok memnun oldukları söylenemez. Ülkede branşlarıyla ilgili iş arayıp bulamayan, yıllardır orda burda çalıştıktan sonra  başka bir ülkeye giden hatta kendi ülkelerine geri dönenler az değil. Bu olumsuz yüzü madalyonun.

Burada, Kanada’nın uluslararası sahnede hala cazip bir ülke olarak düşünülmesinin kimi nedenlerini mümkün mertebe en az “controversial” olmaya özen göstererek sıralamaya gayret edeceğim: 

Sağlık

Her ne kadar ülkenin kanayan bir yarası olsa da, sağlık hizmetlerin ücretsiz olması, şikayet kapısını belli ölçüde kapatıyor. En hafif rahatsızlığınızda, hemen yürüme uzaklığındaki sağlık ocaklarına gidip ücretsiz muayene olabilirsiniz. Devlet tekelindeki sağlık hizmetlerinde genel bir memnuniyet olduğu söylenebilir. Çok pahalıya mal olabilecek bazı ameliyatların, çocuk doğumlarının ücretsiz yapılması bir memnuniyet sağlıyor. Sağlık hizmetlerinde, diş ve ağız sağlığına ayrı bir parantez açmak gerekir. Diş bakımı çok pahalı olduğundan eğer çalıştığınız kurumun tam teşkilatlı bir sağlık paketi yoksa, diş tedaviniz için bir çok kişinin yaptığı gibi Türkiye’ye gelmeniz çok daha makul.

Eğitim

Kanada’nın güçlü olduğu kalemlerin başında geliyor. Cazibesi, ücretsiz olması ve ebeveynlere çok farklı seçenekler sunması. Göçmenlerin azımsanmayacak oranı, Kanada’nın kahrını, çocuklarının eğitimi için çektiklerini ifade ediyor. Kanada okullarından mezun bir lise öğrencisi, isterse kendi anadiliyle birlikte, İngilizce ve Fransızca’yı da öğrenebiliyor. Devlet okullarının ve öğretmenlerinin kalitesi dünya standartlarının üzerinde.

Ekonomi

Bütçesi açık vermeyen sayılı ülkelerden…Gönlünüzdeki işi bulamazsanız da, her ne iş olursa olsun, tuttuğunuz iş,  hayatınızı idame etmenize, ailenizi geçindirmenize yeter. Çalıştığınız yerlerde, emeğinizin karşılığını alabilirsiniz. Hayat şartları, dünyanın pek çok ülkesiyle karşılaştırıldığında, zor değil.  İşsizseniz, çalışamayacak durumdaysanız devlet güvencesindesiniz.

Tabiat

Muhteşem bir tabiat. Her mevsim ayrı bir güzellikte. Kışları keskin ve taze bir kar kokusu, baharları serin serin leylak kokuları, yazları kesif bir çimen kokusu ve sonbaharları da kurumuş yaprak kokusu…Uçsuz bucaksız tabiatı, Kanada’nın önemli albenisi. Ülkeyi baştan sona gezmeye adeta bir ömür yetmez. Şehirler planlı, yeşil özenle korunmuş. Ülke çok büyük olduğundan birbirinden çok farklı tabiat örtüleri ve  manzaralar var.

İnsan hakları

Kanada, herkesin eşit muamele gördüğü, düşüncesinden dolayı kimsenin kınanıp, mahkum edilmediği, ayrımcılığa uğramadığı, cadı avına maruz kalmadığı bir “free country”.Azınlıklarına, göçmenlerine olan muamelesi, adaleti, yerleşik demokrasisi ile bir ağırlığa, saygınlığa sahip. Ülkenin göçmenleri, dillerini, kültürlerini koruyabilir; dini görevlerini yaşama ve düşüncelerini ifade hürriyetine sahipler. Dernekleşebilirler, duygu ve düşüncelerine göre okullar açıp, etkinlikler düzenleyebilirler. Kanun karşısında herkes eşittir.

Dış politika

Kanada’nın dünya arenasındaki namı “barış yapıcı ve koruyucu”dur. Gerçi Afganistan’daki son gelişmeler bu imajı belli ölçüde  zedelemişse de; dünyanın sıkıntılı bölgelerine, sivil ya da resmi birimlerini göndererek, oralarda huzursuzluğun sona ermesi, akan kanın durması için gayretlerini sürdürüyor Kanada.

Amerika’ya komşu olması

Kır atın ya huyundan ya suyundan… Amerika’ya yaslanması, Kanada’nın lehine mi, aleyhine mi olduğunu tam kestirebilmek kolay değil. Ancak pek çok göçmenin hayalinde, Kanada ile birlikte, Amerika’nın da içinde olduğu bir Kuzey Amerika rüyası var.

Bunu Kanada’da yaşayan Kanadalı Türkler de çok iyi bilir ama ben yine de tekrar etmek isterim: Türkiye’den yaklaşık onbin kilometre uzaklıktaki bu okyanuslar ülkesinde, sizleri bekleyen nice güzellikler, sürprizler, maceralar bulabilirsiniz. Çok güzel bir tabiatın, yeşilin keyfini sürmek, sıcak, nazik ve renkli insanlarla tanışmak isteyenlere ilk önerilecek ülkelerden biri Kanada olabilir.