Monday, August 10, 2015

MUHATABINIZI TANIYIN

Bunlar güzel laflar:

Hizmet Hareketi herkesi muhtap alıyor. Ayrımcılık yok. Sinesini herkese açıyor. Sağ yanağına vurana sol yanağını çeviriyor. Hizmet insanının kalbinde herkesin ama herkesin oturabileceği bir sandalye var...

Peki gerçekten böyle bir şey mümkün mü!

Well, it is too good to be true!

Hizmet böyle idealistik bir anlayışı benimsemiş olabilir, Ama bunun ne kadar gerçekliği var? Herkese sine açmak ve her ne olursan gel anlayışının hastalıklı yorumları, Hizmet Hareketi'nin kör noktası ( Blind spot)... Dolayısıyla da sömürüye, istismara en açık alanı.

Hani anlı şanlı biri demişti ya şu mahut sürecin başında:
Biz Hükumeti destekleyelim, olmaz da Cemaat süreci kazanırsa, Fethullah Hoca anlayışlıdır bizi affeder. 

İşte durum aynen bu.

Sadec küçücük bir örnek vereyim, kendimden:

Yıl 2013. Memleketin büyük şehirlerinden birinde konferanstayım.
Vali bey, benimle birlikte, yurtdışından programa katılan bir başka akademisyeni ve o şehirdeki üniversitenin bir fakultesinde dekanlık yapan bir başka hocayı evine davet etti, şehrin en hakim noktaındaki velayet konağına. Şöförü gelip aldı bizi. Gece yarısına kadar güzel sohbet oldu. Dört kişiyiz. Vali bey, ziyadesiyle mültefitti. Münevver bir mülkiyeliydi.

Sohbetin bir yerinde Vali bey bana dönerek:

"Madem Cemaat hakkında araştırmalar yapıyorsun, o Cemaat'in dış bağlantılarına da iyi bak, angajmanlarını iyi araştır" dedi.

Sohbetin bundan sonraki kısmında, Hizmet Hareketi'nin Türkiye ve dünya genelindeki etkinlikleri üzerinde konuştuk. Sonradan bir başka dini cemaate mensubiyetini öğreneceğim Vali beyin, Hizmet Hareketi ile ilgili derin şüpheleri vardı. Doğrusu, düşüncelerini çekincesiz paylaşmasını takdir de etmiştim içimden.

Bu sohbet esnasında, Dekan bey, Vali'ye dönerek:
"Efendim malum-ı aliniz olduğu üzre, yoğun akademik programlarımdan ötürü sık sık yurt dışına çıkıyorum. Gittiğim ülkelerin istisnasız her yerinde cemaatin okulları var. Mesela Hollanda, İsviçre, Belçika gibi yerlerde Devletimizin okulları yokken bunların neredeyse her şehirde bir kurumu var. Ben bunu anlayamıyorum. O ülkeler, Devletimize imkan tanımazken nasıl oluyor da bu cemaate okul açma izni veriyor. Ben de işaret buyurduğunuz gibi, bu cemaatin uluslararası karanlık bağları olduğu düşüncesindeyim. Aksi halde dünyanın her yerinde bu kadar geniş ve etkili bir varlık tesis edemezlerdi"...

Güngörmüş Vali beyin goygoyca söylenmiş bu sözlere herhangi bir mukabelede bulunduğunu hatırlamıyorum.
Ben, Dekan beyin bu münasebetsizliğine yuvarlak bir cevap verdim.
Kısaca şunu söyledim:

"O kurumlar bu milletin. Oralarda görev yapanlar da bu ülkenin çocukları"...

Velhasıl hoş bir yaz gecesiydi. Yedik içtik.

Ertesi sabah, Dekan beyle karşılaştım kahvaltıda. Heyecanla yanıma geldi:

"İnşalah dün gece beni yanlış anlamadın" dedi.

"Ne gibi"?

"Bak, Cemaatin okulları bizim yüz akımız. Gittiğim her yerde cemaatin çocukları beni daha havalanında karşılıyor. Beni alıp yurtlarına, misafirhanelerine götürüyorlar. Mümkün değil, otele salmıyorlar. Kendi yerlerinde  en güzel şekilde ağırlıyorlar, gezdiriyorlar. Çok efendi çocuklar".

Şaşırıp kalakalmıştım. Hangisi doğruydu! Dün gece mi bu sabah mı! Dekan bey, bu minvalde daha bir sürü şeyler söyleyecek oldu ama bu tabasbusu duymaya tahammülüm yoktu.
Daha fazla dinlemeden ayrıldım ordan.

Bu zat, dün akşam bir devletlünün huzurunda yerin dibine batırdığı kurumları, ertesi sabah, o kurumlarla bir gönül bağı olabileceğini düşündüğü bir kimseye gelip şimdi de o kurumları överek sadece vicdanını rahatlatmıyor, aynı zamanda o kurumlardan ücretsizce yararlanmaya devam etme imkanını da korumanın yollarını arıyordu!

Aman Allahım bu nasıl bir riyaydı!

Sonradan meydana duydum, o Vali bey vefat etmiş. Allah rahmet eylesin.

Ya Dekan bey! Bilmem ki şimdi nerelerde ikbal avlıyor. Nerelerde karşılanıp ağırlanıyor!

Sen kullanılmaya müsait olursan, kullanılırsın! Değersiz insanlara gereğinden ziyade değer verirsen kendi değerini kaybedersin. "Kobralarla bile geçinmenin yollarını bulmak" için kendini zorlarsan, kobralar tarafından sokulursun!

No comments:

Post a Comment