Wednesday, June 4, 2014

AHMET KURUCAN- HOCAEFENDİ


HUZURDAN ESİNTİLER


Huzurdan Esintiler, Zaman Gazetesi yazarı Ahmet Kurucan’ın Fethullah Gülen'i ve sohbetlerini anlattığı bir çalışma. 2012’de Işık Yayınları’ndan çıkan kitap 216 sayfa.

Yazar, Zaman Gazetesi’ndeki köşe yazıları ile yeni yazılarını bir araya getirmiş. Farklı zamanlarda kaleme alınan bu yazıların ortak konusu Fethullah Gülen. Ben, bu takdim ve tenkid yazısında iki hususun altını çizmeye çalışacağım: Öncelikle, Gülen’in  sohbet ortamı Kurucan tarafından nasıl tasvir ediliyor, ikinci olarak da yazar, “içeriden” bir gözlemci olarak nasıl bir Gülen portresi resmediyor?
Kitabın mümeyyiz vasfı, yazarının Gülen’e olan yakınlığı ve dolayısıyla içeriden (insider) bir bakış açısı sunması... Bu anlamda,  Kurucan’ın çalışması, Hizmet Hareketi’nin umdelerini benimsemiş  bir yazar tarafından   Gülen’in  nasıl algılandığı ve yorumlandığıyla  ile ilgili önemli ipuçları ihtiva eden bir belge sunuyor.
Kurucan, gazeteci dili ve anlatımıyla kaleme aldığı kişisel izlenimleriyle, okura Amerika sohbetlerine dair duyuşlar, sezişler ve bilgiler aktarıyor.  Zaman Gazetesi’nde ve Gülen’e yakın bir ilahiyatçı yazar tarafından kaleme alınan ve Gülen’i anlatan bu yazılar, öncelikle ve doğal olarak belirli bir kesime hitap ediyor; bununla  birlikte,  rahat okunan ve içten bir anlatımla yazılan kitabın içeriği, daha geniş bir okur kitlesine de ulaştırabilecek yetkinlikte.
Yazılarda, Kurucan’ın öne çıkan ilahiyatçı kimliği ve formasyonuyla  birlikte, belirgin bir  liberal bakış açısına da sahip olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Yerleşik anlayışları ve yargıları sorgulayan bir “insider” olmakla birlikte, yazar zaman zaman “out of box” düşünebilen bir aydın profili sergiliyor. Bunda, yazarın yıllardır Kuzey Amerika’da yaşıyor olması ve İngilizce’yle entellektüel düzeyde meşguliyetinin de rolü olmalı...
Fethullah Gülen’in hayatı ve düşünceleriyle ilgili bilgiler veren, Gülen’in İslam yorumu ve anlayışına dair ipuçları içeren bu tür çalışmaların özellikle günümüzde önemli bir yeri ve anlamı var. Nitekim, Gülen çalışmalarında en sık başvurulan temel kaynaklardan birinin hala, Latif Erdoğan’ın Küçük Dünyam olduğu unutulmamalı. Bu tür içeriden incelemeler yazarına ayrı bir sorumluluk yüklerken, aynı zamanda değerli bir belge ve kaynak olarak da arşivlerde yerini alıyor. Kurucan, gazete yazıları ve kitaplarıyla Gülen  konusunda araştırma yapanlar için önemli bir başvuru kaynağı.

Huzurdan Esintiler’de Gülen’in Amerika hayatını, nasıl bir yerde yaşadığını, öğrenci ve misafirleriyle nasıl bir sohbet ortamı paylaştığını öğrenebiliyoruz. Yazar kimi zaman “bir çay içimi”nde, kimi zaman özel bir sohbette, kimi zaman bir merdiven başında, “üç beş kişinin olduğu bir ortam”da  konuşulanlardan “kendi hissesine düşenleri” paylaşıyor okurla. Kurucan, bu gözlemlerini ve hususi paylaşımlarını kaydetmese, belki de bütün bu yaşananlar sadece oradaki beş on kişinin hatıralarında kalmaya devam edecekti.
Yazarın, sohbet ortamı olarak nitelediği mekanlar, misafirlerin ağırlandığı  büyük bir salon, öğrencilerle mutad derslerin yapıldığı bir başka oda ve daha hususi olarak da Gülen’in kendi odası olmak üzere üç temel  iç mekandan oluşuyor. Yazar, Gülen’in sözlerinin, sohbet halkasındakileri zaman zaman derin bir muhasebe ve murakebeye, zaman zaman da zengin çağrışımlı bir tefekküre sevkettiğini belirtiyor.
Kurucan, “ Yine huzurda huzur meclisinde bir huzur arayışındaydık” sözlerinin yankısını kitap boyunca okura  duyuruyor.  Sohbet ortamını  “şerefini mekininden alan bir ortam” olarak niteleyen yazar,  Gülen’i sohbet mekanının merkez şahsiyeti olarak resmediyor. Kitapta kendisini düşünen, sorgulayan bir muhatap ve dikkatli bir gözlemci (participant-observer) olarak  konumladığını görebileceğimiz yazar, “ engin bir deryaya dalarsınız Hocaefendi’yi dinlerken” diyor.

Bu bağlamda yazarı, üstadının huzurunda adeta bir hikmet deryasından inci mercan toplamaya çalışan gavvas gibi görmekte beis yok. Nitekim yazar kendisini sohbet ortamında “ pusuya yatmış bir avcı gibi” hissediyor; müdakkik ve müteheyyiç... Kurucan, Gülen’in sadece sözlerini değil, susuşlarını ve yüz ifadelerini bile okuyabilecek kadar yakinlik kesbetmiş onunla. Şöyle diyor bir keresinde:

Çoğu zaman yaptığı gibi gözlerini bir yere dikti ve düşünceye daldı. Benim bu türlü atmosferlerde bir müşahedem bir de hissiyatım var. Müşahedem şu: Eğer Hocaefendi böyle derin düşünceye dalıyorsa, sonrasında söylediği ve söyleyeceği sözlerin ayrı ayrı bir derinliği oluyor. Hissiyatıma gelince; gözünü diktiği yerin perde arkasına vakıf oluyor gibi geliyor bana.” 

Yazara göre “ dertli sinenin kırık mızrabıyla sazının bam telinden çıkarttığı nağmelerin”  inlediği böylesi bir sohbet ortamının hakkını verebilmek kolay değil! Burada eskilerin “Kurb-i sultan, ateş-i suzan” sözünü hatırlamamak mümkün değil!  Gülen bu sohbet ortamlarında “ her zaman mahzun, her zaman mağmun, her zaman kederli”dir.

Kitaptan sohbet ortamına dair edindiğimiz en ilginç ayrıntılardan biri,  aynı zamanda Gülen’in bir hassasiyetini de vurguluyor; şöyle diyor Gülen: “Geceleri kalkmayan, gözyaşlarıyla yalvarmayan gelmesin bu salona.” Huzurdaki manevi mesuliyetin ve ağırlığın bilincinde olan Kurucan, “ böylesi atmosferde başlar yere eğilir” diyor. Yazarın, kitap  boyu, okurunu da manevi havası böylesine kesif olan sohbet ortamına dahil etme gayretinde olduğu seziliyor.
Kitaptan Gülen’in sohbet tarzı hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Öncelikle, şüphesiz ki Gülen bir sohbet  adamı, yine eskilerin diliyle kendisi bir “ meclis-ara”… O, cocukluğundanberi Doğu’nun maneviyat önderlerinin huzurunda  tesahüp ettigi sohbet adabını, kendine özgü dili ve üslübuyla ( vernacularization)  cami kürsülerinde, kahvehane ortamlarında ve konferans salonlarında temsi etti. İlgi alanı dini konularla sınırlı kalmayan Gülen, pozitif bilimlerin ve sosyal bilimlerin çesitli alanlarında  fikir beyan edebilecek bir birikime sahip. Onun  sohbet tarzını en iyi anlatacak kelimelerden biri de fasıldan fasıla olmalıdır, ki bu  durum Kurucan’ın kitabında da ziyadesiyle aşikar. Ele aldığı bir konuyu ayrıntıda boğulmadan, eklektik ve  holistik bir nazarla irdeleyen Gülen’in bu özgün  yaklaşımının çeşitli örneklerini Huzurdan Esintiler’de de görebiliyoruz.
Gülen, sohbetlerinde zaman zaman farklı metodlar deniyor. Soru cevap bu yöntemlerden biri. Sözgelimi, mutad tefsir derslerinde ilahiyatçı öğrencileri kendisine çok cesur sorular yöneltebiliyor; Gülen de meclistekilerle bir müzakere üslübu içinde karşılıklı konuşuyor ve onlara sorular soruyor. Mesela, aniden bir doktora:
“Vicdanın sınırı var mı ?” diyebiliyor; ya da: “ Niye yalan söylüyoruz? Söyleyin bana, kaç insan var milimi milimine hayatı İslami esaslara göre yaşayan ? Kaç insan var, haramdan yalandan çıyandan kaçar gibi kaçan? Kaç insan var İslamın dertleriyle geceleri uykularını terk edecek kadar dertlenen? Evet, niye yalan söylüyoruz o zaman?” sorusuyla hem eleştirel hem de sitemkar bir soru yöneltebiliyor çevresindekilere; her birinin simasını derin derin süzerek… Bu anlamda, Gülen’in sohbetleri her zaman tek taraflı olmayıp, mütalaalı ve müzakereli bir doğrultuda seyredebiliyor.

Peki, Ahmet Kurucan, Huzurdan Esintileri’nde nasıl bir Gülen portresi yansıtıyor bizlere?
Kitapta yazarın Gülen’i bir din bilgesi, arif ve maneviyat yücesi olarak nitelediği çok sayıda sıfat var: “dua abidesi, içinde değirmen taşları dönen biri” bunlardan sadece bir kaçı. Yazara göre, Gülen’in İslami yorumunun ve geliştirdiği hizmet modelinin merkezinde insan var; Gülen insandan sadır olan her güzelligi de son tahlilde Asl’a, yani Allah’a bağlıyor. Kitaptan edindigimiz Gülen portresi şu:

Gülen, yıllar boyu iktisab ettiği ilmi ve deneyimsel müktesebatını haddeden geçirdigi nazik bir üslupla, “ taze- zeban” bir dille “ hikmet-feşan” bir edayla,  açılmayı bekleyen “çekirdek düşünceler” biçiminde serdediyor sohbet meclisinde. Kurucan’ın buradaki tasvirleri, Nihat Dağlı’nın Gülen’le ilgili, yeryüzünde “ şairane oturan” kadim ozan teşbihini de hatıra getiriyor.
Kurucan Gülen’in sohbetlerdeki bu şairane ve hikemi tarzını şöyle açıklıyor: “Birer cümlelik, eskilerin sehl-i mümteni denilen tarzda çok kolay söylenen sözler bunlar, ama muhtevaları oldukça derin. Dini , tarihi, psikolojik ve sosyolojik açıdan derin tahliller yapılabilecek tespitler.”

Kitaptan Gülen’in halet-i ruhiyesinin sürekli değiştiği öğreniyoruz.; gün içinde gelişen olayların yoğun tesirinde kalabiliyor Gülen. Sözgelimi, seyretiği bir haber, gördüğü bir rüya ya da kafasına takılmış herhangi bir husus  Gülen’in halet-i ruhiyesini, dolayısıyla da sohbet meclisinin modunu tamamen değiştirebiliyor…Gülen, çay içme aralarında, müsahabe fasıllarında sohbet-i Canan’a yaptığı yerinde girizgahlarla sözü asıl yörüngesine oturtmaya özen gösteriyor. Kah Erzurum’dan kah İzmir’den hatıralarla tatlandırdığı sohbetlerde edebi, dini, fikri, felsefi konulara  giriliyor, bununla birlikte  mikro ve günübirlik politika konuşmaktan kaçınılıyor. Sohbetlerinde, özgün bir üst dille konuşan Gülen’in, hareketin kültürünü, vizyonunu ve misyonunu ilmek ilmek yeniden bu üst dil ve anlatımla kurguladığını fark ediyoruz. Kurucan’a göre, her dem yeniden doğan, Allah’a her an bir kez daha inanan ( tecdid) Gülen, suretine ve siretine rengini vermiş bütün hüzün ve gama rağmen, meclisindekilere  ümit aşılıyor. Hatta zaman zaman Kurucan’ın bile ümitsizliğe kapıldığı demlerde Gülen, her zaman ümit ve recaya giden bir kapı aralıyor; mesuliyetinin farkında biri olarak, dinleyenlerini ve izleyenlerini meyusiyet gayyasına salmıyor. Yılmamak gerektiğini söylüyor, mümine düşen görevin “ nefreti kırmak ve kalpleri yumuşatmak”olduğunu hatırlatıyor.
Aynı zamanda Gülen’in günlük hayatında bazı ilginç itiyatları olduğunu da öğreniyoruz kitaptan. Gülen, kullandığı kağıt havluları  kurutup daha sonra, onları başka amaçlar  için kullanıyor. Bu örnekle de yazar, Gülen’i  muktesid, duyarlı ve çevre dostu bir sahsiyet olarak resmediyor.
Hareket’in tanımlanması, tesmiye ve tavsifiyle ilgili farklı mülahazalar 2000’li yılların başından beri sürüp  gidiyor. Kurucan’dan bir kez daha öğreniyoruz ki; Fethullah  Gülen, hareketin kendi ismiyle anılmasına kesinlikle karşı: “Şahısları putlaştırmayın!” diye bir uyarıda bulunuyor. Bu arada, ilerleyen zamanlarda, hareketi doğru anlayanlarla birlikte, yanlış anlayanların hatta düşmanlık besleyenlerin de olabileceğini  öngören Gülen, bu tür durumlarla nasıl başa çıkılabileceği konusunda şunları öneriyor: “Tevazuyla, mahviyetle, muhatabı kıskançlığa sevketmeden, tavrımızı bozmadan, çizgimizi değiştirmeden, İslami karekterimizden taviz vermeden devam edelim.”
Gülen’in sohbetlerini dinleyenler, son zamanlarda onun en küçük sohbet fasıllarını bile bir mısra-ı bercesteyle, Akif’ten bir manzumeyle, divan şiirinden hikemi bir beyitle, Fuzuli’nin aşıkane ama muztarip gazelleriyle süslediğini, hatta sohbetini bu şiirlerle örgülediğini, mesajını bu mısralarla temellendirdiğini  farkeder. Bu bağlamda, Kurucan’ın Huzurdan Esintiler kitabının da bana kalırsa en güzel özetini Nail-i Kadim’in şu beyti veriyor:

“ Yıkanlar hatır-ı naşadımı ya Rab şad olsun
Benimçün namurad olsun diyenler ber-murad olsun”.  
Burada Gülen, hoşgörü felsefesini bir 17. Yüzyıl şairinin sözleriyle en bedii şekilde ifade ederken, engin gönül dünyası, Allah’a tevekkülü ve inkiyadı ile birlikte biganeliginin ve teslimiyetinin de altını çiziyor.
Gülen, sohbetlerinde yeri geldiğinde eleştiriler de yapıyor. Kitaptan anladığımız, bu eleştiriler daha çok hareketin içindekilere yönelik. Şu bir kaç iktibas  bu minvalde değerlendirilebilir:
“Kemmiyet planındaki çoğalma ölçüsünde keyfiyet planında derinleşme yok. Aksine sığlaşma var. Böyle bir toplum, büyük ideallerin altından kalkamaz.”

 “ Şahsi istikbali adına beklentisi olanların samimi olmaları düşünülemez. Nefsiyle yaka paça olmayan başkalarının yakasından elini çekemez.”

“ Allah’ım beni bana unuttur ve kendimden bahsetmeyi bana kerih göster.”

Kitapta, Gülen zaman zaman,  kültür müslümanlığından, şekil müslümanlığından, merasim müslümanlığından da söz ederek iğneyi muhafazakar kesime batırmaktan da çekinmiyor. İşte tam da burada,  Akif’in “  Müslümanlık nerde......”nidalari ile kulaklarımız çınlıyor!
Kitabı okurken altını çizdiğim  bazı satırları aşağıya alıntılayacağım.  Birer vecize kıvamındaki sözler kitapta resmedilen Gülen portresi ve onun düşünce ve duygu dünyası ile  tavrı hakkında ipuçları verebilecek mahiyette:

“ Allah insanlara her zaman yakındır. Esas uzak olan insandır. Cismani istekleri, arzuları, hırsları insanı Allah’tan uzaklaştırır.”

“ Önce plan ve program; sonra lütuf ve ihsan.”

“ Belki bir gün biz de insan oluruz.”

“ İyiyim desem yalan olur. Kötüyüm desem şikayet olur. Kötü değilim demek en iyisi.”

“İnsaf dinin yarısıysa, insafsızlık da dinsizliğin yarısıdır.”

Yazıyı  noktalamadan önce, bir hususa daha değinmek isterim. Gülen’i ziyaret etmek, sohbet meclisinde bir müddet zaman geçirmek, sonra da bu kişisel deneyimleri ve gözlemleri yazmak ve yayımlamak son yıllarda başvurulan bir yöntem haline geldi. Özellikle İsmail Ünal’ın Amerika’da Bir Ay, Osman Şimşek’in İbretlik Hatıraları ve Ahmet Kurucan’ın Huzurdan Esintileri  ilahiyatçılarca yazılmış  ve Gülen’in Amerika hayatından sahneler yansıtan eserler. Üç yazarın ortak özelliklerinden biri, hepsinin ilahiyatçı olması.
Keşke, farklı disiplinlerden  gelen yazarlar da Gülen’in sohbet meclislerinde yer alabilseler, gerek sohbetlerin gerekse Gülen’in sahsiyetinin ve düşüncelerinin farklı yönlerini ve boyutlarını da yansıtsalar…Mesela bir Ali Çolak, Tahir Taner, Nihat Dağlı, Sait Türkoğlu, Zekeriya Kantaş, Hüseyin Say, Mehmet Erdoğan veya Harun Tokak gibi yazarlar da Gülen’in yanında bir müddet kalsa, bu tecrübelerini daha farklı bir dil ve üslupla okurla paylaşabilse!

Son tahlilde, Kurucan, deneme, sohbet ve fıkra türlerinin bir  karışımı ve hatta yeni de denebilecek bir yazı türüyle;  hisli ve yüksek sesle okunacak bir tarzdan ziyade akla ve mantığa seslenen bir üslupla, Gülen’in Amerika sohbetlerinden yansımalar sunuyor; geriye önemli bir belge bırakıyor.

Ben, sonsözlerimi, kitaba önsöz yazan Harun Tokak’ın Gülen’in sohbetlerinin önemini  vurgulayan ve ziyadesiyle şairane ve şahane bulduğum şu ifadeleriyle noktalamak istiyorum:

“Ben hayalleri köyünün dağları ile sınırlı kuru bir ağaçtım. Karlı fırtınalı bir günde o sohbet pınarına ulaşıp da gözgöze geldiğimizde bahar görmiş bir dal gibi damarlarıma can yürüdüğünü hissettim. O sohbetlerle sahabe ruhu yeniden canlandı da yeni dönemin ışık süvarileri kendilerini hicret yollarına vurdu”

No comments:

Post a Comment